AŞK BU KAPAĞIN ALTINDA …

Şişeyi açtığında maden suyu kıvamında bir köpürme bekliyordu.. Alışkanlık tabi.. Neden aklı maden suyuna kaymıştı, orası muammaydı….

Günümüz koşullarında aşk farklı bir süreçten geçiyor. Kendi içinde hem evrimleşirken, hem de katır inadıyla devrim yazdırabiliyor statlara.  Aşkın akışı inanılmaz hızlı. Tüketim frekansı çok sık iken, üretim frekansı bir o kadar yavaş. Aslında, hızını iki kat tersine döndürün, ha işte bir o kadar yok olmakta olan bir canlı türü gibi AŞK…

Analitik yaklaşımları kullanarak verilerden inanılmaz çıkarımlar yapabiliyoruz biliyorsunuz. Aşkı algılayabilmek,  şu an ki mevcut konumunu, çok yükseklerden bu yerküreye bakışını, bir nevi secdeye varışını anlayabilmek için, derin gözlemlerden deniz derya çıkarımlar yapılabilir. Mesela, okkalı bir şekilde gövdenizin taşıdığı ana kumanda odasını iyice bir sallasanız, ordan düşen gözlemlerinizi toplayıp bir sepete koysanız neler çıkar neler. Bende böyle bir egsersiz yapmaya çalışacağım bir nevi geri kalan paragraflarda.

Biz aşk böcekleri, patlamış mısır paketi gibi tüketiriz romantik komedi filmlerini. Geçen maksimum 2 saatlik süre zarfında, tam o an aklınızda, yanınızda, belki de yatağınızda olan kişiyle başrolde oynatırsınız kendinizi filmi izlerken. Ama gerçekte bu böylemi, harbiden sahip olduğunuz aşk izlediğiniz filmlerde ki kadar masum mu sizce? Yada sabah kalktığınızda kalbiniz ilk günkü kadar rahat mı, huzurlumu, gururlumu, heyecanlımı ? Neden o izlediğiniz filmlerin tadına hiç ulaşamıyorsunuz ? Nereye kayboldu ? Yoksa Aşk harbiden bir ütopyamı ? Ha s…r yoksa aşık değilmiymişsiniz..

Ben aşkın tanımını şöyle yapıyorum kendimce; Kalbiniz bir lahmacun fırını kadar yanıyorsa, aşıksınız demektir. Zatı alinizde bu yanmayı mutlaka hissetmiştir, yada yaşadığını sanmıştır, yanılmıştır her insan evladı gibi. Fakat, ki istisnalar asla kaideyi bozmuyor, tam randımanlı yanmaya sizce ne zaman ulaştınız, mesela iliklerinize kadar ne zaman hissettiniz desem, ergenliğinizden, ya da gençliğinizden örnekler verirsiniz muhtemelen. Gerçek hayata denilen periyoda balıklama daldıktan sonrakileri tam yanma kategorisine sokmazsınız. Şimdi diyeceksiniz ki hadi canim, hiç öyle değil, ben aşkı hala ilk günkü gibi yaşıyorum, hatta şimdi buldum ya bırakırmıyım, aşkın yaşı yoktur, yürü git lan akşam akşam işim mi yok değilmi. Ama siz büyük Türkiyesiniz bir daha düşünün, bir geriye sarın bakalım kaseti.

Hazır düşünmeye başlamışken, ben biraz işinizi kolaylaştırmayı deneyeyim. Ben aslında başka bir yerde daha görüyorum aşkın dumanını. Nerede mi, etrafımdaki tatlı ihtiyarlarda görüyorum, anne babalarımızda görüyorum, dışarda parkta oturan, metroda hala yer verilmeyen yaşlı insanlarda görüyorum. Nasıl başladığını asla tahmin edemem gerçi çok klasik muhtemelen onların ki, ama sanki mangal ateşi yeniden tutuşmuş, yeniden alev almış tekrar hepsinde. Gençliğinde evden kaçan o aşklar, geri gelip yeniden coşmuş ki tutabilene helal olsun. Alışkanlık mı dersiniz, sabır mı dersiniz, inat mı dersiniz, zorluk mu dersiniz, ne derseniz deyin aşkı evrimleştirip içselleştirmişler bu tonton, 50 üstü dünyayı yeniden keşfeden parallel yapı.

Özetle anlatmaya çalışıyorum ki ey millet, yalanlar aleminde yaşıyorsunuz galiba, bir kendinize gelin. Aşkın A halinde bile olmayan kişiler aşıkmış gibi davranıyorlar. Evlilikleri sıradanlıklara bağladınız. Yapmacık realiteler ile oyunlar oynuyorsunuz. Erişim olanaklarınız arttıkça gözlerinizin fırıldaklığı nobel ödülüne aday olur. Sevgili seçiminizi kartvizite göre yapıyorsunuz. Adaylara felsefi yaklaşıyorsunuz, hep kitaptan soruyorsunuz. Eski sevgilileri temcit pilavı moduna yerleştirmişsinizi sakız gibi çiğniyorsunuz. Kıskançlık odunuyla harlanan şömineyi aşk sanıyorsunuz. Belkide en acısı bu, başkasını hayal ediyorsunuz 18+, prime time kuşağında. Bir kendinize gelin yaw.

Halbuki aşk’ı da basite indirgeseniz her şey çok daha güzel olabilir. Hayatta neden zevk aldığınızın listesini yapsanız, ve bu listeyi yayınlayıp bekleseniz aşk sizi bulacak. Kariyer kavgalarına ara verip, bir akşam aniden, Ümit Besen çalmaya başlayıp eşinizi/sevgilinizi dansa kaldırsanız giden duygular geri gelecek. Amansız var olma ve birbirinize şekil yapma savaşını bırakıp biraz daha değerlerinize odaklansanız kalbiniz yeşerecek. Aşkı ve kıskançlığı birbirinden ayırsanız olacak bu iş. Elde edememeyi aşk sanmasanız, elde ettikten sonra hüsrana uğramayacaksınız. Sabretseniz aşkınız arkadaşınız, arkadaşınız aşkınız olacak. Belkide hayatınız birbirini tekrarlayan tek gecelik aşk lardan biri olmayacak. Geleceğin sizi terkedip gitmiş değil de hala sizi aramaya devam eden ile olacağına daha fazla inansanız, her şey on numara beş yıldız olacak. Gerçekten imkansız mi sizce bunlar, ne diyorsunuz….

Tüm filmlerde şarkılarda geçen aşk bir yerlerde olmalı, aksi takdirde dünya büyük kazık yemekte ve bizlerde üzgünüm ama ihtiyarlayana kadar hepimiz beklemek zorundayız.. 🙂

Kapağın altına uzun süre bakarak bir yudum daha aldı.. Bakmadığı bir orası kalmıştı çünkü….

(Bu yazı bir romantik komedi filminin ardından bir otobüs dolusu insanın yüzlerindeki ifadelerden ve o an beyinden gönderilen e postalardan yola çıkılarak yazılmıştır, ve siz okuyan takipçilerle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur 🙂 )

 

Evren

SÜRDÜR GİTSİN !

Sizce dünyadaki en büyük sorun ne diye sorsam, önce, EKONOMİ, İŞSİZLİK, AÇLIK, DEMOKRASİ, SAVAŞLAR vb. gibi klasik cevaplar verirsiniz..

Ardından, dertliyseniz ki mutlaka vardır olmaz mı, kendinizi dünyanın en bahtsız, en problemli insanı olduğunu düşünür,  gözünüz başka bir şey görmez ve OKUL BİTMİYOR, SEVGİLİMDEN AYRILDIM, BIKTIM ARTIK DAYANAMIYORUM, PARA YETMİYOR gibi dertlerinizi büyük sorun edersiniz. Bir bakıma sizsinizdir canım dünyanın en büyük sorunu.

Aslına bakarsınız pek farkında olmasakta dünyanın en büyük sorunu, sorundan ziyade bir durum. İngilizcede bir kelime yeterli kalmayarak iki kelimenin birleşmesiyle tanımlanmış, herkesin hayatındaki en büyük virüs, SUSTAIN-ABILITY yani SÜRDÜREBİLİRLİK.

the-earth-our-blue-planet-34218Her mavi gezegen bireyi, doğumdan ölüme kadar çeşitli kazanımlara sahip oluyor bir şekilde, ya zengin oluyor, ya yükseliyor mevki ve kariyer yapıyor, ya da maddi durumu kötü olan biri bile öyle bir an geliyor  ki cebine giren nakiti mutluluğa çevirip, değerini bilmeden hızlıca çarçur bile edebiliyor.

Şu fani dünyada, en yolunu kaybetmiş kendinden geçmiş bölgelere bile sukünet ve istikrar bazen uğrayabiliyor.

 

Fakat gel gelelim bu kazanımlar ne kadar yerinde duruyor, ne kadar sizlerle beraber kankanız olarak takılıyor işte gözden kaçan asıl mesele bu. Bence stress denilen illeti, büyük problemlerin ana kaynağı haline getiren, uğrunda verdiğiniz belirsizliklere gömülmüş olan bu savaş. Farlarınız yansada, öyle bir kaplamış ki dünyanızı belirsizlik bulutu, geçmiş olsun birader artık fazla çok kasmasanız da olur.  Soğuk su için üstüne bir bardak diyeceğim ama, içecek su falan da kalmayacak bu gidişle çok yakın zamanda. Aklınız ve inancınız muhalefet edip sizi uyarsa da , o yüce benliğiniz ve çevrenizin etkisinde o kadar kaybolmuşssunuz ki, asıl ev sahibinizin var oldukça sizin de var olacağını tamamen unutuyorsunuz. Kısaca, herşeyden önce,  herkesden önce, o sürdürecek ki varlığını, siz pazar sabahı güzel bir kahvaltı ile güne başlayacaksınız boğazda mesela. Sadece siz değil, sosyal medyada fotolarını sürekli paylaşıp bir yıldız gibi hissetirdiğiniz çocuklarınız ve onlarında arkasında gelecek modern yeniçeri torunlarınızda.

Bizler dengesiz ve saçma saparak birbirimize şekil yapmaya devam ederken, allahtan bu iş için kafa yoran güzel insanlar var bu dünyada. Bu topraklarda doğmasa da, aralarında bir Türk bile var.  Evet sayın takipçilerim, Leyla Acaroglu nun TED teki konuşmasıdır bana bu yazıyı yazdırıp, çakrayı bir kez daha açtıran.  Kendisi bir eko inovatör olarak, yaşam ve ürün döngüleri üzerinde  sürdürülebilirliğe, servis ve ürün bazında yapacağımız dizayn farklılıklarıyla katkıda bulabileceğimize inanan ve bunu gerçekleştiren biri.  Özetle, yaptığımız her bir seçimin tüm sistem üzerinde etkisi oldugunu,  bununda çevresel bir folklor harmonisi olarak tanımlanabileceiğini söylüyor. Üretilen, tüketilen her şeyin doğadan ekstrakte edildiğini ve bu yüzden insan, ürün ve planet üçlüsünün kompleks sistem döngüsü ortaya çıkardığını vurguluyor.

Konuyu daha netleştirmek için (ünivesitedeki uygulama derslerini yanlış anlayan bir nesilin ferdi olarak) gelin onun verdiği bazı örnekler ile mevzuya yakından bakalım.

276428Mesela plastik ya da kağıt poşet mi diye sorsam hepiniz bio bozunurluk özelliğinden dolayı kağıt dersiniz değilmi. Ancak geri dönüşüm ile değerlendirilmeyip, fotoğraflarda gördüğünüz o çöp yığınlarında biriken  kağıtların, oksijensizlikten dolayı metan gazı üretmek zorunda kalarak çevreye 25 kat daha fazla zarar verdiğinin farkında olmazsınız, ilaveten aynı işi görebilmek için 4 kat daha fazla kağıda ihtiyacınız olduğununda. Yandaki manzaraya katkınız tartışılmaz yani.

 

lg-door-in-door

Ya da düğün hazırlıklarının heyecanındasınız diyelim, beyaz eşyanın kralını almak için ilginç diyaloglar yapıyorsunuz kraldan çok kralcılarla. Buzdolabını almışken büyük almak lazım replikleri  yankılanıyor kulaklarda. Bir kez daha düşünün desem saçmalama dersiniz bin kere mi alacağım diyerek. Tam bu noktada istatistikle ufkunuzu biraz açayım. Extra large menülerin ülkesinde alınan yiyeceklerin % 40 ı çöpe gidiyor mesela, neredeyse üretilen tüm yiyeceklerin yarısı. Her yıl 165 milyar dolar savuruyormuş Amerikalılar havaya. Bizde nasil diye sormuyorum, biraz daha iyidir belki, çünkü arkamızdan yiyeceklerin ağlayacağı ve köpeklerin kovalayacağı düşünülürse. Biri büyük buzdolabımı dedi acaba ?

 

bcp_kettle-300x260Başka bir açıdan bakalım. İngiltere de çayın popülerliği malum biliyorsunuz, dolayısıyla ısıtıcılarında. Amma velakin herkes gibi ingilizlerde diğer dünya vatandaşları gibi bir bardak çay için % 65 daha fazla su doldurup kaynattıklarından, harcadıkları ekstra enerji hesaplanarak görülmüş ki nerdeyse bir akşam şehirdeki ışıkları aydınlatmak için lazım olan elektriğe eşit bu israflık. Birileri çıkıp farklı bir inovatif ısıtıcı dizayn ederek, bu sorunu çözse, dünyaya karşı görevini yapıp gereksiz yere kaynak tüketimini önlese süper olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Rahat olun yapan var çok şükür.

 

 

 

ewaste Ghana 4Bu örneklerin içinde beni en çok korkutanı şu zibil gibi çoğalan smart cihazlar. 7 milyar nüfusu olan bir dünyada 6 milyara yakın cihaz kaydı var.  Her yıl 1.5 milyar yeni cihaz üretiliyor. Daha da tehlikelisi bunları zırt pırt değiştirdiğimiz için hurdaya çıktıktan sonraki durumları. Büyük bir kısmının yolu üçünü dünya ülkeleri, özellikle afrikaya doğru düşüyor. İçindeki değerli madenleri geri kazanmak için öyle bir yakıyorlar ki bu cihazları, global ısınma hak getire. Dünya bu konuda da kesinlikle birşeyler yapmalı ve kolaylıkla ayrıştırıp geri kullanabilen cihazlar üzerinde çalışmalı der gibisiniz. Sanırım da yapıcaklar, tabi biz türkler olarak sadece saygı duyup allah razı olsun diyeceğiz. ( Apple başladı bile 🙂 )

Uzatmadan sadede gelme vakti..

Bu kadar sarsıntılı örnek sürdürebilirliğin içimizde, hayatın her alanında, her anında her projemizde, olduğunu kanımıza kadar hissettiriyor.

Herşey elimizde millet. Bu dünyada topu topu kaç kişiyiz ki canım hallederiz değilmi.

Durmak yok, çocuk yapmaya ve kaynakları tüketmeye devam 🙂

growth

Sürdürülebilir bir mutluluğunuz olması dileğiyle….

İlginizi çekerse diyerekten :

www.ted.com/talks/leyla_acaroglu_paper_beats_plastic_how_to_rethink_environmental_folklore