YOLUMUZ STARTUP YOLU..

Girişimciliğin güzelliğini, faydalarını, onu oluşturan organizmaları hala anlamak için uğraşıp içselleştirmeye çalışırken bizler buralarda, silikon vadisinde hiper büyüme ile “unicorn” rütbesine nail olmuş, risk sermayedarlarına karşı hala şirketinin başında kalmayı başarmış çoğu kurucu yıldızın, masalarındaki artan yönetim sorunlarına bakarken aklında tek bir soru var;

“ Büyük şirketleri sevmediğim için girişimci olmuş biriyim, ama neden şimdi onlardan bir tane daha yaratıyorum? !! “

Büyümenin getirdiği farklı dinamikler ile beraber, kendilerini aniden sahip oldukları tutkulu girişimcilik kültürünün dışında , onlarca fonksiyon, iş tanımı, müşteri şikayeti, yavaşlayan büyüme rakamları, bit-e-meyen projeler, dağ gibi büyüyen organizasyonel sorunlar içerisinde debeleyen bu start-up CEO ları, eski ruhlarını geri çağırma seansları düzenliyorlar bu aralar oralarda. Peki oralardan baktığımzıda buralarda durum nasıl sizce?

Aslında her Türk girişimci doğar, tek hemfikir olduğumuz konu bu olabilir :). Davranış patternlerine baktığınızda çoğumuzdan benzer izler aşikar. Bu tarihsel ve kalıtsal gerçeğe rağmen, ülke olarak henüz çok yeni girişimcilik ekosistemi oluşturmaya uğraşıyoruz. Bazı öncü ve idealist girişimler sayesinde, tutkulu yeni jenerasyonlarımızla bu açığı kapatmak için çabalıyor, inovasyon kültürünü ve transformasyonunu doğru özümsemeye çalışıp, (yeterliliği sorgulansa da), girişimcilerin önünü açmak için koşturuyoruz. Bizim gibi gelişme evresini daha henüz tamamlamış ülkelerde ekmek hala portfolyo holdingleri, azı kurumsallaşmış, çoğu kurumsallaşmaya çalışan büyük ve küçük onlarca aile ve şahıs şirketleri üzerinden kazanılıyor. Tüm sektörlerimiz çoğunlukla katma değeri az olan ürün ve sevisler yaratarak sürdürmeye çalışıyor varlıklarını, çalışanları da aynı şekilde. Peki bu tarz, doğu kültürünün de etkisi ile çıkar, politika ve modası geçmiş yönetim sistemleri ile idare edilen şirketlerin oluşturduğu ekosistemden, hızlıca girişimcilik çağına geçiş yapmakmümkün mü ? En iyi fikirleri bulsak ta, doğru metotları ve yaklaşımları uygulayıp realize etsek te hala treni yakalamamız ne kadar olası? Tüm bu sorular kafamı kurcalarken, girişimcilik aleminde ölümüne desteklediğim, önerdiklerinin altına gözü kapalı imza atacağım nadir kişilerden, bu dünyanın kutsal metotlarından “Lean Startup”’ın yaratıcısı Erik Ries yeni kitabı “Startup Way” de hızır gibi yardımıma yetiştiyor. Yazının girişinde bahsettiğim zorda olan tüm bu girişimciler ve girişimcilik akımının tutkunlarına, yeni dünyayı ancak yeni bir yönetim felsefesi ile değiştirebileceğimizi ilan ediyor .

Ries kitabında, General Motors’da 1961’de Alfred Sloan tarafından temelleri atılan klasik yönetim anlayışının, oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda artık modernleşmesi gerektiğini ve kaçınılmaz transformasyonun nasıl gerçekleştirebileceğini, faz faz anlatarak bir yol haritası ile şekillendiriyor. İnovasyon muhasebesi gibi yeni tanımlarla, girişimciliğin en büyük baş ağrısı “hesap verme zorunluluğu” için gösteriş ve politikadan uzak doğru metrikler ve ödül sistemleri nasıl yaratılır onu gösteriyor. Kısaca, harika bir girişim de olsanız, büyüyüp gerçeklerle yüzleştiğinizde köklerinizi ve tutkunuzu korumak için girişimciliği nasıl fonksiyonlaştırmanız gerektiğini ve bu kayıp fonksiyonun liderliğinde, girişimcilik virüsünü yayarak DNA’nızı değiştirmek zorunda olduğunuzu haykırırken, modern evreye geçişin artık elzem olduğunu vurguluyor. (Aşağıdaki karşılaştırmalı teşhislerine bakarak ne demek istediğini çok iyi anlayabilirsiniz. Bazıları size çok tanıdık gelebilir :)).

Erik Ries bu yaklaşımlar ve önerilerle dejavu etkisi yaratırken, yeniden bir aydınlanmaya da neden oluyor ben de. Yıllardır kurumsal girişimcilik üzerine kafa yoran biri olarak yaptığım araştırma, gözlem ve tecrübelerden ifade etmek sitediklerimle bire bir örtüşüyor. Bu felsefenin sadece yeni nesil teknolojik girişimler, girişimciler için değil, varolan kurumsal şirketlerin, devlet kurumlarının, toplumsal örgütlerin, heyecanlı kobilerin bile her birinin hayatında keşfedilmesi, hücrelerinde uygulanması gereken bir davranışsal ve hayatı kolaylaştırıcı metotlar silsilesi olması gerektiğini net bir şekilde ortaya çıkarıyor. (Karşıt görüş olarak bu yeni anlayış, biraz sığ ve basit bulunabilir. Konu ile alakalı olarak farklı çalışmalar da var. (Fredericks Laloux “Reinventing Organizations,” Jurgen Appelo “Management 3.0” ya da General Stanley McChrystal “Team of Teams”). Ancak basitliğin ve deneyselliğin ilahi olduğunu düşünen biri olarak, Eric Ries’ın yaklaşımları bence çok değerli ve önemli. Generel Electric (GE)’de elinin değdiği “Fastworks” transformasyonu ve Inuit’teki “ Design for Delight” programları da bu yaklaşımın en iyi referansları )

Peki her şey iyi hoş, şimdi girişimcilik ülküsü etrafında artık evrimleşmek istiyorsunuz, değişime hazırsınız, tüm bu metotları, yaklaşımları, anlamak denemek, uygulamak için sabırsızsınız da, tek başınıza yapamayacağınız aşikar. Onlarca günlük iş, maliyet ve zaman baskısının yanında bu sorunu çözmek için minimum bir yol ( bir çeşit MVP 🙂 ) arayışındaysanız, o zaman ihtiyacınız olan ne ?

Aslında çok basit, sadece size yardımcı olacak ve önünüzü açacak doğru girişimlerden destek almak. Onların teşhis ve yönlendirmeleriyle, kayıp girişimcilik fonksiyonunuzun temellerini atmak ve arkasından tüm organizasyonunuzu bu yönde dönüştürmek.

O zaman sıradaki şarkı önce değişime, sonra dönüştürmeye hazır tüm girişimcilere gönderelim..

Frank Sinatradan gelsin..

“ I did it my (Startup) way” 🙂

10 Mart 2018

ŞANS KAPIYI İKİ KERE ÇALAR MI ?

Önemli bir işi alabilmek için köprüden önce son çıkışta olduğunuzu düşünün. Onca prosedürü geçtikten sonra, kararı verecek kişi ile bir yemeğe çıktınız, siparişler verildi ve müstakbel patronunuz yemeğinden biraz aldı, sonra size dönüp keyifle dedi ki “Bunu denemelisin, gerçekten harika”. Siz olsanız ne yaparsınız, o an da ne hissederdiniz, dener miydiniz ?

wifi.jpgYüzlerce insan akıp gidiyor durmadan hayatınızdan. Kimi güvenmiyor, kimileri ise hoşlanmıyor sizden. Bazıları ise farkınıza bile varmıyor. Bazen kendinizi suçluyorsunuz ya da kestirip atıyorsunuz, bazen neden böyle davranıldığını anlamak için çaba sarf ediyorsunuz. Nedenini öğrenebilirseniz ve anlayabilirseniz oh ne ala, ama öğrendiğinizde kabul edemez iseniz, “Algı” denilen kablosuz duygu teknolojisinin ne kadar önemli bir olgu olduğunun farkındalığına hop diye düşüyor, kendinizi Konya’da zannedip, karşı tarafın gözlerinde Anya’da dolanınca, kaçıp giden trenin arkasından öylece bakarken buluyorsunuz narin bünyenizi . Hayaller Paris, gerçekler Gaziosmanpaşa yani 🙂

Peki, böyle bir durumda ne yapabilirsiniz, algıyı yönetebilir misiniz, evcilleştirebilir misiniz?

perception1Sırtınızı ilim ve bilime dayayarak rasyonelize edebilirsiniz öncelikle. “Houston, i have a problem” deyip durumu kabul ederek, analizlerinizi yapmakla başlayabilirsiniz. Yüzlerce araştırmalardan çıkan sonuçlar da gösteriyor ki, kendimizi nasıl gördüğümüz ile, başkalarının sizi nasıl gördüğü arasında çok zayıf bir korelasyon var, şaşırmamak elde değil. İnsanların yüzlerinden okuyabileceğiniz en temel duygular sadece, şaşırma, korku, iğrenme ve kızgınlık. Bunun dışındakileri biraz zor anlıyoruz, anladığınızı sanıp çok kasmayın. Sizler, bakışlarınız, mimikleriniz ve kinayeli cümlelerinizle, bazen bir o kadar açık sözlü olarak bir şeyler anlatmaya çalışsanız da, muhtemelen karşı taraf iki gram anlamıyor ne demek istediğinizi. Psikologlar bu bağlantı kopukluğunu “Şeffaf İllüzyon” olarak tanımlamışlar. Algılamanızda ve algılanmamızda iki temel fazdan bahsediyorlar. İlk fazda, basma kalıp yollardan çıkarımlar yapıyorsunuz. Tipine, vücut diline, oturuşuna, kalkışına, mevkiine, işine göre hemen yapıştırıyorsunuz muhatabınıza yaftayı, kısa yol tuşu ile. İkinci faz da ise (valla şanslı kadın/adammış geçti ise ikinci faza 🙂 ) biraz çalışmanız gerekiyor. Daha fazla bilgi topluyorsunuz onun hakkında, iyice bir süzüyorsunuz, birilerine soruyorsunuz, sosyal medya hesaplarına bakıyorsunuz ve bu basamaklardan geçmiş kankalarınıza, iş arkadaşlarınıza ve yakınlarınıza danışıyorsunuz, farklı Algı lenslerinden geçiriyorsunuz. Bu lenslerden en önemlileri, Güven, Güç ve Ego lensleri. Güven lensini karşınızdakinin Hulusi Kentmen mi yoksa Nuri Alço mu olduğunu anlamak istediğiniz zamanlarda takıyorsunuz. Güç lensini, benim işime yarayacaksan başımla beraber yoksa uza arkadaşım dediğiniz zamanlarda. Ego lensi ise kimin borusu ötecek durumu ile karşılaştığınızda. Hepimiz farkında olmadan “benliğim, aidiyetim herkesten iyi” onayını birilerinden duyabilmek için kendimizden geçiyormuşuz, kimse bende ego yoktur diye rol çalmasın yani.

just_smile_by_zarnakitama-d4ulv0aOlm bırak gevelemeyi, laf ile peynir gemisi yürümez dediğinizi duyar gibi oluyorum. Teoriyi bırak da pratikte nasıl doğru algılanacağız, algılayacağız diyorsunuz, bir anlat hele. Valla en başta kaldıracaksınız totonuzu, biraz daha hareket 🙂 . Mesela daha çok göz teması kuracaksınız, dinleyeceksiniz bölmeden, anlayacaksınız, hedefleri ve dertleri için insanlara yardım edeceksiniz, daha açık olacaksınız. Empatik iç sesinizi (Allah vergisidir ama öğrenilir 🙂 ) dış sese dönüştüreceksiniz. Çok sık geribildirim isteyeceksiniz, gerekirse yalvarıp konuşturacaksınız insanları, yapışacaksınız yakalarına. Genelde insanlar her zaman sizi en adil şekilde değerlendirdiklerini söyleyeceklerdir emin olun sorduğunuzda, muhtemelen siz de aynısını. Amma velakin, çoğu zaman yanlış algılayıp, eksik geri bildirimler alıp, veriyor olacaksınız. Bunu fark ettiğinizde, adaleti işin içine katarak kusura bakmayın yanlış değerlendirmişim aslında olay budur derseniz, siz de zamanla aynı yaklaşımla karşılaşacaksınız. Bunun yanında, gerekli ve gerektiği anda öneminizi hissettirip, doğru zamanda doğru anda yanlarında olursanız hak ettiğiniz şekilde algılanıp, az kurgu, çok mutlu bir hayat sürmemeniz için hiç bir sebep yok, inanın.

Davranışları teoriler ile linkleyip, analiz etmeyi seven biri olarak bir özet yapmaya çalıştım. Fikrimi sorarsanız, bahsettiğim bu teorik detaylar genelde kariyerinize daha çok yardımcı olur, algıyı doğru stratejiler ile yönetip başarılı olmak istiyorsanız. Ama, iş özel hayatınıza gelince, orda ilave lensler devreye giriyor bana göre. Bunlardan en önemlisi Şans. Şans lensi algılanan için, algılayan için ise önemli olan lens Kalp. Kalp lensi gönderilen sinyalleri, bakışları, davranışları, geri bildirimleri eğer doğru filtreleyip beyninize aktarabiliyorsa işte o zaman gönül piyangosu kazanıyorsunuz. Bu lensler eğer doğru çalışmaz ise, ne kadar hissetseniz, baksanız, anlatsanız, deneseniz, uğraşsanız da olmuyor, ve milyonlarca aşk bozumlarından biri yaşanıp, kayıp gidiverir kadehlerde.

mspaintadventure10Evet, yazımı sonuna kadar okuyup teşekkürü hak eden, an gelip algılayacak, an gelip algılanılacak olan sen güzel okuyucu, son soru direk sana. Araştırmalar bir şey daha gösteriyor ki, ilk etkileşimlerde, karşılaşmalarda çoğunlukla yanlış anlaşılmalar galip gelecek ve süreç başlamadan sekteye uğrayacak. Bu yüzden çoğu zaman, ikinci bir şansı hak ediyor biz hata makineleri. İşte sen o zaman geldiğinde, o şansı, arkadaşına, ekibinden birine, aile bireylerine, patronuna, çalışanlarına, müstakbel Leyla’na, Mecnun’una tekrar verecek misin, ya da onlar sana işte asıl mesele bu 🙂

Neyse hadi onu bunu bırakın da, o iş yemeğinde gerçekten olsaydınız, alır mıydınız bir çatal müstakbel patronunuzun tabağından ?

Evren

Saros-İstanbul Hattı-Mayis 2015

ÇARPIŞAN ARABA

Kalkıştan sonra geçen süre: 3 saat 11 dk

Mesafe: 4842 km

Yer Hızı: 951 km

İstanbul için yerel saat: 21:41

Guangzhou için yerel saat: 02:41

Kalan Süre …

İlham denilen, şişesinde durduğu gibi durmayan melankolik olgu, bazen gereksiz anlar da gelebiliyor biz yazan tayfaya sevgili Evrekka okurları..

Bu sefer de, bu ilham kardeşimiz, bir tarafta gerçekten gerekli mi şu an diye emin olmadığım yukarıdaki istatistikler, öte yandan uçak kalktığından beri iniş izni isteyen göz kapaklarım, çok geç keşfetmenin pişmanlığında sayfalarını çevirmekte olduğum bir kitap, yazarının, müthiş bir yolculuğa çıkartan tutkusunun yarattığı kuvvetli bir türbülansta yakaladı bendenizi. Evet, aklımdaki hava boşluğunu oluşturan, Sebahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’nın sayfalarından birinde geçen o cümle ey dostlar..

Yıl 1943, üstat yazmış, “İnsanlar birbilerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense körler gibi rastgele dolaşmayı, ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar” diye.

Çocukluğumda çarpışan araba en sevdiğim şeylerden idi benim. Gidebildiğim nadir lunapark zamanlarında, tanımadığım insanların üstlerine çılgınlar gibi sürüp çarpmak inanılmaz keyifli ve eğlenceli gelirdi bana nedense. Oysa analiz etsek, küçük çapta manyaklık seviyesine indirilebilecek bu aktivitenin, yıllar sonra, 11000 fit yükselikte bir boşlukta hoş bir tebessümle fark ettiğim bu metaforik yanıyla da bir anlamı var. Üstadın ne demek istediğini gayet iyi anladım sanırım çarpışan arabalar sayesinde..

Peki ya 72 yıl sonra, 2015 geldiğimizde mevcut durum ne olabilir ?..

Uykuya yenik düşerek kaçıp giden ilham, o hain ilham, günler sonra tekrar karşıma çıktığında, artık havadan inmiş , şu an ayaklarımı azıcık karaya azıcıkta suya basmış iken cevap vermek istiyorum şimdi üstada. Bizim zamanlardan bir kuble güncellemek istiyorum kendisini izninizle..

< Sevgili üstadım, valla buralarda hala bir değişiklik yok. Değişiklik varda yok. Çarpıştığımız mecralar değişti sadece. Sosyal, online mecralar, medyalar ağırlıklı gidiyoruz bu aralar. Bahsetmiştir belki melek arkadaşlar. Sizin zamanınızda az da olsa mevcudiyetinden haberdar olan, ön yargılarını yargıtaydan döndüren, birbirlerini dinleyen, sabreden, anlamak, hissetmek isteyenler vardı. Şimdi onlardan hiç kalmadı inanın. Genelde sanal olarak haberdar oluyoruz artık birbirimizden, sağdan soldan duyuyoruz bir şeyler, kurgulayıp yağlayıp, pullayıp kararlar veriyoruz, sonra da hop hızlıca yolumuza devam ediyoruz. Mesela ne aşık olabiliyoruz, ne de aşık olunduğunun, sevildiğimizin farkına varabiliyoruz. Özgür olduğumuzu zannedip haraket sınırlarını zorluyoruz, amma velakin sıfır cesaretle yaşayarak, kalplerimizin istediği yoldan giden hiç bir şeyi yapmıyoruz. Bazen istisnalar olmuyor değil, onları da şans ile atfediyoruz gerçi,kimseye şans bile vermezken. İkileme gelin hakikatten. Ekmek parası kazanılırken çarpıştırılan arabalara ise hiç girmiyorum yani, düşünün artık.

Biz aslında ne mi yapıyoruz üstadım, sana bildiğim bir yol ile, ama senin bildiğin melodilerin dışına çıkarak şöyle anlatabilirim.

Aslında biz sesini açıyoruz hayatın en yüksek ritimlisinden. Akıntıya karşı o kadar hızlı yüzmeye çalışıyoruz ki, bağları kopardığımızın farkına bile varmadan acayip eğlendiğimizi sanıyoruz. Ağızlardan, kalemlerden, dokunmatik ekranlardan çıkanları umursamadan, yardıra yardıra, çarpa çarpa gidiyoruz sağa sola, böyle mesela:

Halbuki yapmamız gereken çok basit, sakinleşmek, söylenenleri, hisleri, bakışları anlamak, yavaşlamak, dinlemek, hissetmek, çarpıp kaçmak değil. Çarpsak bile kaza raporunu kavgasız tutmak gibi kolay şeyler. Yani, bunun gibi:

Neyse, işte böyle üstadım, senin de başını ağrıtıp kafanı karıştırdık, çok uzatmayalım, kısa keselim.

Let me also drift away.

Kalan süremiz ne kadar ki zaten…

Sonsuz hürmetlerimle..

Evren >

Guangzhou (Çin)-Antalya hattı

23.04.2015

ETME !!

ETME !

 

 

Duydum ki, bizi bırakmaya azmediyorsun, ETME.

Başka bir yar, başka bir dosttan meyil ediyorsun, ETME.

Ey Ay, felek harap olmuş ziyan olmuş senin için, bizi öyle harap öyle ziyan ediyorsun, ETME.

Ey makamı var ile yokun üstünde olan sen, varlık sahasını terk ediyorsun, ETME.

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan, sen ayında evini de yıkmayı kastediyorsun, ETME.

Şekerliğin içinde zehir olsa dokunmaz bize, sen zehri şeker, şekeri zehrediyorsun, ETME.

Harama bulaşan gözün, güzelliğinin hırsızı ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, ETME.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, ETME.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil, Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, ETME.

ETMEYİN ARTIK…..

Aşk’ın ruhun, kalbin ve beynin her zerresine, pikseline, iliklerine kadar işlediği zamanların sahiplerinden…

Gönlün de atom damlası kadar vicdan ve sevgi olmayan sapıkların, psikopatların varlıklarına geldi bu topraklar..

Mevlana ya sevgilerimizle Özgecan,

Çok selam söyle olur mu …..

Universite-ogrencisi-Ozgecan-Aslani-kim-neden-yakarak-oldurdu

 

 

 

 

 

Evren

14.02.2015

Kozyatağı

ŞUBATIN EFENDİSİ

Uzun zamandır ortalıklarda dolanmamanın dayanılmaz hafifliği ve vicdan azabı ile karşınızdayım, sevgili EVREKKA takipçileri….

27412Dayanamadım ben de yeter diyerek Ekim den beri süre gelen suskunluğumu, Şubat ayına saatler kala lodos evin camına yazsana ulan yaz diye vururken, bozmaya karar verdim. Sahalara dönüyorum, vakit geldi artık 🙂

İnanırmısınız, yoğunluk denilen katil balinadan kaçamıyorum bu aralar. Valla, insanın, en büyük düşmanı yine insan arkadaş, onu bilir onu tasdik ederim. Hayat kolaylaştıkça biz niye daha yoğunlaşıyoruz, onu hala anlayamıyorum, itirazım var yani bu zalim kadere ve onun yardakçısı olan sisteme.

Şubat ilginç bir ay hakikatten, baharın habercisi bir kere. Ömrü kısa dolayısıyla değeri büyük. Gecesi en uzun mesela, bazılarına yeni yıl demek (Çin yeni yılı başlangıcı), ve malum bir de içinde barındırdığı o gün 🙂

Comet-Hale-Bopp-29-03-1997_hires_adjO malum gün, maalesef biz erkek dünyasında önemli bir yere sahip. Stres kuyruklu yıldızları, dünyalarımıza en yakın noktadan geçiyorlar bu günde. Onların etkisiyle, doğal afetlerimizden gelen doğal afetler dünyamızı allak bullak ediyor :). Var olan tüm yanardağlar bir anda infilak ediyor. Yıl boyunca tüm muayyen günlerde biriktirilen o stresler, bardaktan boşalırcasına üstümüze eda ediliyor, ediliyor da ediliyor yani dostlar 🙂

Bizim camia aslında genelde olduğu gibi, bu günde de dayanıklılık olarak iki farklı gruba ayırılıyor. Çoğunluğumuz, yani bu durumlar ile başa çıkmayı öğrenen “Fonksiyonel” ler, azınlık ise hala mücadelelerine devam eden “Duygusallar”.

Fonksiyonel grup kızlar tarafından en çok sevilen ve tercih edilen grup. Bu grubun üyeleri 7/24 profesyonel. Nasıl\ nerede  durulması gerektiğini,ne alınmalı, ne yapılmalı çok iyi biliyorlar. Retorik bir duygusallıkları var. Klişe kelimeleri öyle güzel kullanıyorlar ki, sanırsınız mübarekler Shakespeare ile uzaktan akrabalar, her daim hazırlar korkmadan. En güzel çantalar, not edilen ihtiyaçlar, kotası kapatılan çiçek borsası, günü harika şekilde sonlandırıyorlar. Hatta bazıları aynı anda iki operasyonu bile profesyonelce yönetiyor ruhlar duyulmadan. Kız arkadaşları\eşleri ise sosyal medya postları, takibinde ofis dedikoduları ve hediye paylaşımları ile statülerini koruma peşinde oldukları için sorun yok. Alan memnun satan memnun yani. Ticari meta olarak ilan edilen bir günü, gayet mantıklı etkileşimler ile kapatıyor iki tarafta. Aman canım varsın duygusallık görüntüde olsun 🙂 .

Duygusallar için durum çok vahim. Zaten, ilişki boyunca sevgilerini anlatamamışlar, birde üstüne bu gün yaklaştıkça daralıyorlar, bulanıyorlar. Çözüm çok basit, ama bir türlü fonksiyonel olmayı yediremiyorlar. Çünkü onlar için aşk, sevgi metalaştırılacak, bir güne sıkıştırılacak bir şey değil. Hep yaratıcı, emek dolu bir şey yapmak istıyorlar, saatlerce düşünüyorlar, sonunda bir şeyler de buluyorlar, ama nafile, etkisi hiç bir zaman o çanta gibi olmuyor. Bir çantanın, parfümün, en pahalı restorandaki yemeğin etkisine ulaşamıyorlar. Maç sonu hüsran, şerefli beraberlikler bile çok az. Bu grubun en büyük salaklığı aslında asla ders almadan her sene aynı heyecanla gaza gelmeleri 🙂 . Bende, bu sene de tekrar gaza geleceklerini tahmin ettiğimden onlar için bir kaç öneri paylaşmak istiyorum izninizle. Tabi ki işe yaramayacak, ama en azında kasmasınlar hazırdan kullansınlar.

Öneri 1: Klip Çekin.

fotograf-cekimi(1)Valla ciddiyim, başrollerde ikinizin olduğu bir klipten bahsediyorum. Önce sabit bir ortam ayarlayın, senaryoyu hazırlayın. Şarkı olarak sevdiği ve sevilen şarkılardan birini seçebilirsiniz, ama bana sorarsanız, dinlediği, sevdiği tür ne olursa olsun, popüler kültürden eğlenceli başka bir şarkı seçmeniz ( Misal için tıklayın) ve onlara star olduğunu hissettirmeniz. Alt yapı için, bir iki sabitlenmiş telefon ya da kamera, eğer bulabiliyorsunuz bir GoPro, sizin yaratıcılığınız ve bir montaj programı. o kadar Gerisini de sosyal medyaya bırakın :).  Güzel bir şey çıkartırsanız ortaya çanta kadar etki yaratabilirsiniz belli mi olur 🙂

Öneri 2: Kuaförü olun.

hairdressing salonBunda da ciddiyim 🙂 . En sevdikleri, kendinden geçtikleri zamanlar kuaförde geçirdikleri zamanlar değil mi zaten. Tabi ki saçlarını kesin demiyorum. Kuaförünü, ikna edin, size bir kaç şey göstersin saçına şekil vermek için, çalışın öğrenin. Arattırın kuaförüne, çağırın gelsin. Çıkın ortaya, yapın saçını ve alın oradan güzel bir restorana gidin. Bu fikre gülebilirsiniz ama dinleyin beni etkisi büyük olabilir. En azından ofise gönderilen devasa bir buket in yarattığı etkiye bile yaklaşabilir 🙂 .

Öneri 3: Kreatif bir akşam.

news_1029_1Harika bir restoran seçin, sevdiği bir yer olabilir ya da eğlenceli bir yer. Gidin ikna edin adamları, şefle çalışın, en sevdiği yemeği yapmayı öğrenin. Sonra arayın yeri söyleyin gelsin, baştan ortaya çıkmayın gecikeceğinizi söyleyin ve yemeğini gönderip yemesini bekleyin. Ve bir süre sonra şef kıyafetlerinizle, hatta şef ile beraber ortaya çıkın, tatlısını gül ile servis edin. İkincil çağrışımlar kullanın. Alslına bakarsanız Teppenyaki ya da Moğol barbeküsü gibi bir şey de ilginç ve neşeli olabilir :). Gerçi bu emeğiniz de, o lüks çantanın yerini tutmacak ama deneyin içinizde kalmasın 🙂 .

Ya da ?

Ya da boş verin yaaa, ne gerek var. Artık akıllanın, fonksiyonel olun kasmayın, alın o çantayı olsun bitsin, bir de çiçek gönderdiniz mi ofislerine ya da eve tamamdır. Biliyorum gönüllerin efendisi olmak istiyorsunuz ama sizde değişin, en azından Şubatın efendisi olun bir kerelik. Emeğin saygı görmediği bir hayatta, yüreğinizin emeğine sağlık olmayacak zaten.

Unutmayın kalbinize verdiğiniz zararın neresinden dönerseniz kardır, siz de sıradan olun ve bırakın kendinizi boşluğa, hayat size de güzel olsun 🙂

Evren

Kozyatağı

1 Şubat 2015

ELEŞTİR BENİ BOYA BENİ

Eleştirilmek istiyorum sevgili Evrekka okuyucuları.

Ben olsam acımam…

Yaz sonrası, güz dönemi, kış önü, yani geldik son çeyreğe. Sistemin tüm çarkları, kendi muhasebelerini bu dönemde yaparlar biliyorsunuz. Ne halt yediler, seneye ne halt yiyecekler, nasıl kıvıracaklar onu düşünürler…

website-home-page-critique-550x322

Bendenizde genelde bu dönemlerde bir gün ayırıp kendimle başbaşa kalmaya çalışırım. Otururum, iki buz atar, artıları eksileri bir tarafa koyar, sessizce bakarım, tahtırevalli ne tarafa eğilecek diye….

O gün bugün işte sevgili Evrekka lılar 🙂 ..

Şimdi sizlere bunların ışığında kendi adıma gözlem, sokulan laflar, ortadan kaybolmalar gibi ana girdilerin eşliğinde yapabildiğim “HATALARIM ve BEN” adlı son eserimi tüm açık yüreklilikle paylaşacağım. Tek, tek madde madde ben nerede yanlış yapıyorum ulan diyerekten. Hadi gelin beraber bir üstünde geçelim 🙂

  • Ukala bir insanmısın sen.

Durum:  Genellikle aslan burcusun ukalasın üzerine şekillendirilen bir olgu. Bildiklerimi iddaa ederek paylaşıyorum. Sonrasında alınan bildirimler içerisinde hatalı olanlar da olsa sanırım susmam lazım, tekrar bakmam, yol göstermemem, öğrenmelirini beklemem lazım.

Aksiyon: Evrekka da ne biliyosan post mesaj şeklinde paylaş, yazarak haykır, gerisine karışma kafan rahat olsun.

  • Direk bir adamsın, açık sözlüsün.

Durum: Zaman çok hızlı bu yüzden, yaptığım, yapılmış hataların başkaları tarafından tekrarlanmasını  istemiyorum, yapmamaları için yalvarıyorum kırıcı bir şekilde.

Aksiyon: Ne gerek var . Su aksın yolunu bulsun stratejisi uygula. Elalemin derdi 🙂

  • Takıyormusun yoksa bize mi öyle geliyor, değiştirmeye çalışıyorsun sanki, acımasız olup atar yapabiliyorsun.

Aksiyon belli, yerde yatan birine yardım etmeyi bırak ambulans gelsin arkadaş stratejisi. Yapacak bir şey yok 🙂

  • Serzenişte bulunuyorsun bazen.

Sanırım her yazı sonunda bir nevi çaktırmadan laf sokma serzenişte bulunma var :). Gerek yok halbuki ne gerek var ya, zaman kaybı..

Ahaaaa EVREKAAAA !!!.

Bu proses her yönüyle eksik değil mi, ne diyorsunuz ?  . Kambersiz düğün, Leylasız Mecnun, fıstıksız baklava, karşılıksız aşk olur mu sizce ? ..

eleştiri.

Aslında, olay beni benden iyi mi bileceksiniz olayı değil. Bilhakis, beni benden farklı görenlerin düşünceleri eksik hayat yazılımımda. Revizyonu yaptıracak geri bildirimler lazım. Yakın çevrem,doğal olarak yaptıkları gibi aynı eleştirileri yapıyorlar. Bende 3 lü defans yapıp, tek forvet ile gol arayarak onları üzüyorum. Artık bu modeli değiştirmem lazım değil mi ?

Aslında bu hayatta herkes eleştriye aç, ve açık bence. Eleştirildiğinde tahammülsüz görünülmesinin tek nedeni eleştiriyi yapanın ardından doğru yolu göstermemesi. E yani, bravo 10 tam puan, hata yakalanmıştır ama çözüm sürecini yönlendirecek anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağı koca bir boşluktur. Bu hatalar hep soğuk yenecek intikam için saklanır. Derya olan derde ilacın nasıl sürüleceği, yılda, günde yada ayda kaç defa uygulanacağı belirtilmez.  Suratlar zaten bu yüzden asılmaz mı sürekli 🙂

Gelin bu noktada en azından bana yardım edin siz fevalı arkadaşlarım, beni tanıyan insanlar, değerli takipçiler.

http://elestirbeni.com/evrenguner495

Hadi bir el atın, tıklayın bu linke, yazın yüzüme direk söyleyemediklerinizi. Yazın elinizi korkak alıştırmadan. Anonim olarak kalıcaksınız merak etmeyin, herhangi bir paralellik yok 🙂 . Kendimi analiz etmeme yardım edin. Aynalarınızdan bakmamı sağlayın hayata. Her konuda yazın, iş olur, aşk, hobi olur, her şey olur. Tek isteğim sadece neden davrandığımı anlamaya çalışarak yazmanız.

ostrich

Gelin beraber yapalım “Evren v2015″ i .

Bu sürüm biraz daha iyi olsun, ben iyi çocuk olup aferin alayım.

Hayat bana da güzel olsun sizlere olduğu gibi 🙂

 

Sevgilerimle

Evren

12.10.2014 @Kozyatağı

MODERN İPEK YOLU AŞIKLARI

Bazen şanslı olduğumu düşünüyorum. Harika arkadaşlarım var ve sayelerinde de daha mükemmel insanlar tanıyorum. Onları, benim gözümde mükemmel kılan sıradan olmamaları. İçlerinden bazıları mesafelerin, kültürlerin, ırkların, önyargıların ne kadar anlamsız ve gereksiz olduğunu, çok eskilerdeki gibi bir ipek yolu aşkını yeniden canlandırıp hayat arkadaşlığına dönüştürerek ispatlayabiliyorlar mesela 🙂 .
Evrekka şimdi bunlardan bir çifti, Çinli bir güzel ile bir Türk cengaverin röportajını sizlerle buluşturuyor azıcık gecikmiş olsa da. Şangay da mutlu mesut devam eden hayatlarında beni kırmayıp kısa bir röportaj yaptılar. Keyifle okurken, hikayelerindeki gizli detayları sakın kaçırmayın derim. Onlar, farklılıklardan böyle bir aşkı yoktan var ederken, buralarda aynı dil ve kültürlerin desteğinde bile, iki elle doğrultulamayan ilişkilere de on numara nispet yapıyorlar sanki 🙂
Karşınızda Sara ve Turan…

Öncelikle her ikinize de çok teşekkür etmek istiyorum, röportaj davetimi kabul edip beni kırmadığınız için. Sara bazen Türkçe konuşabilirim Turan ile, kolaylaştırmak ve hızlandırmak için röportajı, o da sonrasın da tercüme eder sana artık 🙂

300258_100520186810358_2043719425_n

Hadi hemen başlayalım. En klasiğinden ve raconundan gelinimizle ve olmazsa olmaz sorumuzla başlayalım, neden Turan 🙂 ?

Turan benim hayatımda tanıştığım en iyi adam, tartışmasız en iyisi, en iyi kalplisi. Onunla tanıştıktan sonra o ana kadar bilmediğim çok farklı şeyler öğrendim ki, farklı dinler, kültürler, hayatlar hikayeler. Benim hayatımı daha mutlu ve mükemmel hale getirdi ve bu yüzden de çok şanslıyım sanırım.

10599269_262458300616545_3254603758032191674_nTuran, neden Sara peki ?

Sara benim ruh ikizim. Ben onun gibi biriyle tanışmadım şu ana kadar. Sara gerçekten çok farklı, çok temiz ve çok özel biri, diğer Çinliler gibi kesinlikle değil. Çevremde olan sizler de zaten gözlemlediniz bunu. Bana değer verdiğini, beni çok sevdiğini her fırsatta gösteriyor ve ben onunla olduğum için çok mutluyum. İyi ki karşıma çıkmış.

Sara, Turan bir Türk olduğu için sormak istedim, çünkü muhtemelen Turandan önce hiç Türkler ve kültürümüz hakkında bilgi sahibi değildin. Farkımız ne, hangi özellikler bizi farklı kılıyor sence?

Türkiye nin iki farklı yapısı var bence. Bir tanesi daha geleneksel diğer tarafı daha modern. Ben daha geneleksel anlayışı seviyorum. Türkiyeyi ziyaret ettikten sonra kültürünüzü keşfetmeye başladıkça çok sevdiğimi fark ettim. Biraz eski stillerde, bağlılıklar da yaşamanızı sevdim sanki. Yemeklerinize bayıldım, özellikle tatlılarınıza. Sanırım klasik Çinlilerden biraz farklıyım, farklı kültürleri seviyorum bu da benim sizin kültürünüze kolay alışmamı sağladı.

Turan kendinde söyledin biz de gözlemliyoruz bahsettiğin gibi. Sence Sara neden diğer Çinlilerden farklı, hangi karakteristiklerde dolayı ?

Bence en önemli faktör ailesi. Şangaya geldiklerinde farkettim ki, diğer Çinliler gibi değiller. Daha sıcaklar, arkadaş canlısılar. Sara bu yüzden diğer Çinlilerden farklı. Ben 7 yıldır Çin de yaşıyorum ve çok fazla Çinli ile tanıştım ama Sara onlardan su götürmez derecede farklı biri. Sanırım tecübelerim bunu söyletiyor bana.

Sara peki, Türkiyeyi ilk ziyaret ettiğinde Turanın ailesi ve arkadaşlarıyla tanıştığında, neydi ilk izlenimlerin ve algıların, tedirgin oldun mu ?

Ben Çin de çok küçük bir yerde hayatıma başladım ve Şangayda şu an ki noktaya ulaştım. Galiba bu benim gerçekten açık fikirli ve görüşlü olmamdan kaynaklanıyor. Turan ile beraber olmaya başladığımızda farklılıkların hayatımızda olacağını biliyordum. Mesela bazen evde yemek yerken, ben Çin yemeği yerken o Türk yemeklerini tercih ettiğinde bile bizim aynı masada olduğumuz gerçeği hep vardı. O yüzden hiç çekinmedim ve önyargıların gereksiz olduğunu düşündüm ve hiç negatifliklere odaklanmadım. Onların davranışlarıda bunu doğruladı ve hiç tedirgin olmadım.

10447704_254974934698215_5923337608896544509_nSara aslında senin durumun burada Turandan daha zor diye düşünüyorum. Turan çok uzun zamandır burda sizin dilinize, kültürüne ve davranışlarınıza daha hakim daha tecrübeli. Ama senin için tamamen bilmediğin bir dünya. Hatta Turanın ailesi gibi geleneksel ailelerde yabancı dil bile bilinmemesi iletişimi nerdeyse imkansız hale getiriyor. Hiç böyle kötü hissettiğin oldumu ? Keşke ingilizce konuşssalar dediğin ? Çünkü ilerde senin Türkçe öğrenmen gerekicek, bu onların ingilizce öğrenmelerinden daha realistik. Bunu seni zorlayan bir şey olarak görüyomusun ?

Tabi ki. Ama burda bahsettiğim gibi, kendime güveniyorum. Çünkü öğrenmeye tutkun olmam benim herşeyiyle işin içine girmem demek. Türkçe öğrenmek, türk yemekleri yapmak, daha çok çay ve kahve içmek gibi J. Benim ingilizcem başlarda çok berbattı inan ortaokula başladığımda. Ama tek başıma , televizon seyrederek, okuyarak, inanılmaz çalışarak çok kısa sürede ingilizceyi öğrendim. Sanırım yabancı dil öğrenmeye karşı yeteneğim var buda bana Türkçe öğrenirken yardım edecek. Şangayda artık çok fazla türk var, ve onlarla tanıştıkça, arkadaş oldukça daha fazla kullanacağım. Ama en önemlisi Turan burada onun bana yardımcı olacağını düşünüyorum ve çocuğumuz olduğunda kimbilir ona Türkçe konuşurum belki 🙂 .

İkinizde geleneksel ailelerden geldiniz. Eminim onlar kendi milletinizden birileriyle izdivaç yapmanızı istiyorlardır. Ama sizi böyle gördükçe onlarda kendi önyargılarını kırdılar. Siz ne düşünüyorsunuz peki ? Bu durum aslında bazen eğlenceli olup daha güzel bir ilişki yaratıyor mu ? Neler yaşıyorsunuz ? Turan ne dersin ?

Bazen oluyo abi. Mesela, ne ingilizce ne Çince yeterli kalıyor birbirimize bazı şeyleri anlatmaya. Kalıyoruz öyle. Fakat bir şey oluyor sanırım bakışlardan, hislerden birbirimize ne demek istediğimizi aktarabiliyoruz. Biraz komik olsada biz bundan çokta memnunuz sanki. Tavsiye ederiz yani korkmasınlar 🙂

Bu bence işe yarar aslında. Mesele saçma sapan nedenlerden dolayı kavga edemezsiniz 🙂 . Bu iyi bir şey bence.

Haklısın bazen o gibi durumlar oluyo kızdığımız zaman birbirimize. Ama bir şey anlamadığımzıdan gülüp geçiyoruz 🙂

Sara, Turan ve bizlerle tanışmadan önce Türkiye ve Türkler hakkında ne biliyordun ? Nasıl bir repütasyonumuz vardı sende ?

Çok fazla bir şey bilmiyordum. Hatta bazı kişiler Çin de Türkiyenin bir ülke olduğunu ve nerde olduğunu bile bilmiyorlardı . Ben sadece Avrupa da bir ülke olduğunu biliyordum, o kadar 🙂

Peki din tarafı hakkında ne düşünüyorsun ? Müslüman bir ülkeyiz biz ve Çin biliyorsun din konularından biraz uzak. Her hangi bir ön yargın varmıydı ?

Burada biz din ile alakalı hiç eğitilmedik, öğretilmedik, bilgilendirilmedik. Benim gerçekten hiç bir fikrim yoktu. Şimdi ilk adımı attım müslüman oldum, bununla ilgili okuyorum, araştırıyorum ve uygulamaya çalışıyorum zaman buldukça. Sanırım sizleri anlamama daha çok yardımcı olacak keşfetmem.

Gelelim olmazsa olmaz sorulara, Sara en çok hangi yemekleri seviyosun 🙂 ?

Sucuk, pastırma, mantı, fasulye. Fasulye pişirebiliyorum mesela 🙂 . Tatlılardan fıstıklı baklava.

Tatlı dedinde, Çinliler bizim tatlılarımız çok şekerli bulurlar. İlginç geldi bana senin sevmen ?

Farklıyım biraz demiştim 🙂

Sanırım bu fark sizi bir araya getiren ve bağlayan etken : ) .

10428543_262458227283219_961262744704488738_n

 

Hadi son sorumuz daha eğlenceli bir yerden gelsin. Bir kız ve erkek çocuğunuz olacağını varsayarsak hiç adları konusunda düşüdünüz mü ? Bir Çince bir Türkçe isim mesela ?

Kız olursa Afet olabilir. Turanın büyükannesinin ismi. Ben çok seviyorum. Çince isim konusunda da babamdan destek alırız belki. Erkek olursa da düşünmedik henüz ama şimdilik Turan Jr. Diyebiliriz 🙂 .

Her ikinizede tüm samimimiyetle sorularımızı cevaplandırdığınız gerçekten çok teşekkür ederim. İyi ki bizlerlesiniz. Sizlere harika bir gelecek diliyorum.

Bizde sana çok teşekkür ediyoruz.

 

23.05.2014 @ Sangay, Kervan Restaurant

Evren

 

* Bu sayfada görüntülenen fotoğrafların ve ilgili yazının tüm hakları saklıdır. İzinsiz olarak kullanmayınız ve paylaşmayınız”

ARKA-DEŞ

Ortaçağ doktrinine göre, zihinsel ve fizyolojik durumlar dört ayrı ruh halinin yönetimindeymiş: ümitlilik, asabiyet, duygusuzluk hali, ve melankoli. Melankoliyi kendini tecrit etme, depresyon ve delilikle ilişkilendirmişler ilk başlarda. Ancak yeni platoncu akımdan, rönesans döneminin hümanist filozoflarından rahip Marsilio Ficino melankolik ruh halinin, entellektüel yaratıcılık ve maneviyat hissinin oluşması için önemli olduğunu iddaa etmiş, melankoliyi düşünür ve sanatçıların çalışmak ve sanatsal uğraş vermek adına ihtiyaç duyduğu yanlızlıkla ilişkilendirmiş.

Benim sayın papazı anlamam, yüzlerce sene sonra Evrekka için yazmaya oturduğum zamanlarda bu tarz melankolik ortamlarda daha rahat ve akıcı yazarken kendimi bulmamla son buldu sayın okurlar 🙂 . Yazılarımı yazarken etrafımda oluşturduğum (müzik, atmosfer) yapının yazının kalitesini ve içeriğini, benim konsantrasyonumu ve zihnimi gerçekten etkilediğini farkettim gün be gün. O yüzden bu akşam,Evrekka ya, bazen eğlenceli, bazen sakin, bazen huzurlu geçen koca bir yaz mevisimin ardından 2014-2015 güz sezonunun ilk yazısını yazmak için oturduğumda, dışarda kopan fırtınaların, serinleyen havanın, buna sponsor olan ince battaniyenin etkisinde kendimi yazarken bulmam, farkında olmadan sayın papazın teorisini doğruladığım anlamına geliyor gördüğünüz gibi 🙂 .  O yüzden burdan kendisine üç kuluvallah bir elam okuyarak 🙂  saygılarımı gönderiyorum ve bu melankolik atmosferde yazının konusu olan ARKADAŞ lığa hızlıca geçiyorum.

Arkadaşlık hakkında uzun zamandır yazmayı düşünüyordum aslında da kısmet bu güneymiş. Tarihçesi konusunda biraz araştırma yaparken, teoride arkadaşlığın formlarının belli karaketiristikler üzerine kurulduğunu öğrendim. Bunlar; sempati, empati, dürüstülük, başkalarını düşünme, karşılıklı anlaşma, birinin eşliğinden mutlu olma, kendin olma yeteneği, başkalarının duygularını ifade edebilme ve birinin eleştirmesinden korkmadan hata yapma özgürlüğü. Bu noktada aniden kalakaldım ve durdum. Sizce şu anki arkadaşlıklar bu karaketiristiklerin kaçını içerisinde barındıyor acaba ?

Arkadaslik-Bazen-Bir-Cicegin-Buyudugu-Kadar-Uzun-Bazende-Kisadir--Ama-Onemli-Olan-Yenisini-Bulmak-Arkadaşlığın oluşması ve olgunlaşması uzun bir süreç. Bu süreç sizin algılarınız ve bilinçaltı eleklerinden geçerek bir filtrelemeye maruz kalıyor, yıllar içerisinde de farklılaşıp elemeyi tamamlayrak çevrenizde kalan küçük grubu oluşturuyor bana göre. Bunu etkileyen bir çok dışsal faktör var, bunlardan en önemlisi coğrafi konumunuz. Eğer çok uzun zamandır aynı lokasyonda hayatınızı devam ettiriyorsanız bu süreci daha erken tamamlıyorsunuz. Fakat mobilite sizin hayatınızın parçası ise değişen koşullarda bu filtremelemeye maruz kalan kişi sayısı değişiyor ve siz farkında olmadan onlarca dönemsel arkadaş grubundan geçiyorsunuz. Okul ve çalışma hayatınız boyunca onlarcası takılıyor bu eleklere ve tutunabilen çok az kişi kalıyor.

Penguen Cocuk 032Değişen dünya, tabiki bu filtreleme koşullarını değiştirdi. Aslında basitleştirdi ve tek bir karakteristiğe indirdi, özellikle olgunlaşmasını tamamlamamış bünyelerde. Ne mi bu tabi ki “ÇIKAR”.  Artık arkadaş grupları bir nevi çıkar amaçlı suç örgütleri gibi. Farkında olmadan kişisel çıkarlar üzerine inşa ediliyor sanki tüm dostluklar. Mutlaka size bir yararı olacak kişiler seçiliyor. Çok daha fazla insan doğal olarak hayatlara giriyor ve bu kadar fazla sayı, kendi değer sisteminde anında bilinçaltında ki çıkar algoritmalarına göre eleniveriyor. Bu kişilerle daha fazla bir araya geliyorsunuz ve onları arıyorsunuz sürekli. Burda tabi ki genelleme yapmıyorum, fakat özellikle yok olmakta olan canlı türlerinde olan, kendinize yakın bir iki harbi dostunuzu çıkarın geri kalan arkadaşlıklarınızda mutlaka bir çıkar noktası bulacaksınız ince düşünürseniz. İlaveten, eğer ne istediğini bilmeyen, dengesiz bir kişiliğe de sahipse bazı zatı muhteremler, bir filtre daha ekleniyor buna, o da “kıskançlık”, kaşılaştırma zihniyeti yani. Bu da nice iyi arkadaşlıkların katline sebebiyet veriyor.

Yazıyı okuyan ve beni tanıyan okurlarımın çoğu tabi ki hemen saldırma moduna geçebilirler bu nokta da, çuvaldızı kendine batırdınmı diye 🙂 . Tabiki kendimi sürekli gözden geçiriyorum, sürekli etrafımdan geri bildirim almaya çalışıyorum. Bazen hatalara düşüyorum mutlaka, ama bildiğim bir şey var hiç bir zaman çıkar amaçlı arkadaşlıklar kurmadığım, hiç bir zaman kötü bir niyet beslemediğim. Bazen istem dışı haraketlerde bulunmuş olabilirim, etle kemiğiz sonuçta. Kendimde hatalı bulduğum yönüm sanırım ihmalkarlığım. Bazen arkadaşlarımı yoğunluk ve farklı lokasyon bahanesine sığınıp ihmal ediyorum. Buna bir şekilde çözüm bulacağım hele. Hayatıma yeni giren kişiler olduğunda da onlar ile bir şekilde vakit geçirmek istediğimi belirtiyor ya da onlara hissettiriyorum, deniyorum yani. Sonrası onlara kalıyor, eğer isterlerse paylaşım modumuz devam ediyor, istemezler ise zaten yapacak bir şeyim yok. Çok nadir olsa da çok yakınlarımdan ummadık darbeler de yiyebiliyorum. Sanırım bu da benim dünyamın doğal seleksiyonu 🙂 .

friendship

Arkadaşlıklar önemli sayın dostlar. Onlar bir nevi sizin koçunuz, mentorünüz, psikoloğunuz. İşletme körlüğüne kapılarak sürekli sınırlı sorumlu arkadaşlarınızı dinlerseniz sürekli sıkıştığınızı hissedebilirsiniz, bu yüzden yeni arkadaşlıklar kurmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Son zamanlarda sağlıklı ilişkilerin çoğunun iyi arkadaş olabilen insanlar arasında yaşandığını söyleyen araştırmalar var. O yüzden arkadaş olmayı becerebilirseniz sanırım iyi bir sevgili ve eş olmayıda beceriyorsunuz, bunu da aklınzıda bulundurun bence. Arkadaşlıklarınızı kolayca harcamayıp, ARKA-DEŞ likler yaratmayın. Deşmeyin, deştirmeyin, sağlıcakla ve huzur içinde kalın 🙂

Bir bahar akşamı yazdım size…

27.09.2014 @Kozyatağı

Evren

* Fotolar her zamanki gibi anonim, thanks to internet 🙂

4 MEKAN 4 DALIŞ – 1

Bu blog sizlerin sayesinde devam edecek hayatına derken bir şey biliyordumda söylüyordum.

Tek yapmam gerekenin sizlerdeki gizli cevheri ortaya çıkarmak ve menajerlik yetkinizi bana vermenizi sağlamaktı o kadar  🙂

Ve o yeteneklerden biri şimdi karşınızda “Memoryeater”.

Tutkusunu hobiye çevirmesinin sıcak hikayesini okurken mükemmel lokasyonlar arasında seyahat edeceksiniz ve serinin devamını iple çekeceksiniz 🙂

Evrekka çok sıcak koca bir yazın ardından tekrar sizlerle….

 

1-     OPEN WATER, KOH TAO – TAYLAND

En klişe tabir ile yeryüzündeki cennet sıfatını hak eden Tayland’ın minik adasi Koh Tao’ya ulaşıyoruz….

Bi taksiye atlayıp “hadi bizi merkeze götür!” derken, Amerikan filmi izleyerek büyüyen bir nesil oldugumuzu o an başarıyla gösteriyoruz. Nerde kalınır diye bakınırken en hesaplısından ve en güzelinden bir dalış okulunda buluyoruz kendimizi. Asya kültürünün vazgeçilmezi pazarlık bizi ele geçiriyor ve 4 gece kalış, bir de dalış kursu paketi alıyoruz.. Yol arkadaşım zaten dalgıçmış; 5 senedir nadasta, geri dönüşü olacağını bu toprağın hesaplamamış..  Cahil insan cesur olur derler.. Yalan!!! Cahil insan saf olur. Tüm saflığımla, iyi niyetimle “hadi” diyorum tam bana göre bu iş! Kurs devam ettikçe anlıyorum ki bu aslında baya tehlikeli olabilecek bi iş.. Başlıyor ayaklarım sahile doğru çekmeye.. Bir de tüm gün ders, sınav stresi, akşamları alkol olmaması, “aman çok su için, hava sıcak’ nidaları falan derken darlanıyorum. Ta ki suya girene kadar..

Maskeni temizlemeyi bilmek çok kritik- üsteliyorlar bir daha yap diye.. Biraz burnuma su kaçıyor falan ama çaktırmıyorum; yapışırım ben o maskeye, kımıldayamaz ki.. Antreman yaptığımız havuzda su da tuzlu değil zaten rol yapması kolay oluyor.. Nihayet ilk dalış için sabahın ilk ışıklarıyla teknelerdeyiz.. “Atla” diyorlar tekneden tüm haşmetinle! Benim yükseklik korkum var o.. Atlayamıyorum.. Aslında yükseklik korkusu da değil, kendini yüksekten boşluğa bırakma- yani kontrolü elden bırakma korkusu var bende.. o zaman anlıyorum ki cesaret korkmamak degil.. korkarak üstüne gitmek.. üstelemiyorum tüm gözler üstümde hiç gurur yapmadan iniyorum merdivenleri ayağımda paletlerle.. İçimden hep “bu iş burda bitmedi küçük tekne” diyorum :”yine gelicem!” bi dalayım, seversem, değerse bu eziyete, görüşüceğiz!

Su altı anında büyülüyor tabi insanı.. Dijiturk ekranına bakmak gibi değilmis olay.. O balıklar en renklisinden, o su kaplumbağaları en büyüğünden çarpıyor seni..derken kanallarda bi sorun mu var? çekmiyor muyum su altında? hocam yanıma geliyor, maskemi işaret ediyor, “temizle!” itinayla kafamı iki yana sallıyorum- kaybedecek bir şeyim yok: gururumu merdivenlerde bıraktım öyle geldim ben! iki dakka yukarı çıkamıyorsun ki temizle, cifle in! 10 metre aşağıdasın ilk dalışın,  ya çakılıyorum, ya hop yukarı çıkıyorum- ciğerlerim bu seyahatten elemli.. İşi bilenle yapmanın en iyi yanı yine kendini göstriyor ve 10 kişilik acemi dalış ekibim dengesini zor koruyup bana bakarken  ben maskemi temizlemeyi öğreniyorum tekrar.. o su tuzlu degildi ya- intikam soğuk yenilen bir yemek, tuzlu içilen bir sudur.. burun kanallarımda açılmayan hücre kalmıyor- efsane doğruysa ömür boyu grip olmamayı garantiliyorum.   Dalış dediğin hadise 45 dakka deniz kızı değilsen.. ben 15 dakikasını temizlikle geçiriyorum- derslerde bira içip eğlendigimiz ekip arkadaşlarımın favori tatil arkadaşı olma sansımı orda boğup çıkıyorum tekneye.. herkes ne gördüğünü anlatıyor birbirine, iki arkadaş yanıma geliyor sonra: Ne oldu niye atlamadın? Ayağın mı burkuldu? o paletlerle nasıl indin, biz vazgeçersin sanmıştık çok taktir ettik seni! Bir başkası geçerken laf atıyor elindeki çikolatayı uzatarak: Masken mi gevşekti- çok kötü oldu baya kaçırdın eğlenceyi! Al çikolata ye moralin yerine gelsin, yarınki dalışta alırsın intikamını! birden fark ediyorum herkes kendi benzer sorunlarla nasıl baş eder onu hesaplamış, kimsenin ilk dalış katili olmamışım, sandığım kadar kötü değil durum..rahatlıyorum… ben maskeme odaklanmak yerine varsayımlara odaklanarak temizliği uzatmıştım aslında.. ertelemek günü kurtarmak yok bundan sonra, kurtulmuyor nitekim; o gün bir başka günden alacaklı kalıyor bir kez daha anlıyorum…. Ben ve burnum o suda tekrar maske temizlemek ve tuzlu suda kat be kat yakın ve büyük görünen o canlıları daha yakinen tanımak istiyoruz… Kaptanın yanına gidiyorum bir hızla: “Yarınki tekne yine bu kadar büyük mü olacak?”

Memoryeater

Twitter: https://twitter.com/Memoryeater

30 Ağustos 2014 , İstanbul

IMG_3381

 

 

 

 

 

 

 

* Bu sayfada görüntülenen fotoğrafların ve ilgili yazının tüm hakları saklıdır. İzinsiz olarak kullanmayınız ve paylaşmayınız”

Bİr Yolculuğun Anatomİsİ

Göçebe bir ırk Türkler. Fabrika ayarlarımızda var, DNA larımıza dantel gibi işlenmiş. Bir yerden bir yere hareket etmekle mutlu oluyoruz. İsyanımıza ulvi cevabımız hemen kaçıp bir yerlere gitmek, nerde hareket orda bereket mottomuz. Kanıt mı, istatistik mi ? Son 30 yılda Türkiye de şu anda 53 milyon civarında olan 18 yaş üstü nüfusun 27 milyonu göç etmiş bulundukları yerden. Modern tarihte hiç bir batı toplumunda böyle bir göç yok. Alın size istatistik.
Tabi göç var olan sistemde evrimleşerek farklı formatlara dönüşüyor. İçsel ve dışsal yolculuklar olarak karşımıza çıkabiliyor. Hep bir yolculuk arifesindeyiz sanki. Kızıyoruz, kızışıyoruz tatile çıkıyoruz. Tayin olgusuyla rotasyonlar yaşıyoruz. Bazen işimiz yolculuğa dönüşüyor, yolculuk ana işimiz oluveriyor. Pazarlama, satış, teknik destek pozisyonlarını kendilerine meslek olarak edinen arkadaşlarım ne demek istediğimi çok iyi anlarlar, derin bir iç geçirirler. 4 ten 5 e attıkları vites sayısı, havaalanlarında yaptıkları check in ler, topladıkları mil sayısı onların hayat istatistikleri. O göçebe DNA larıdır asıl onları başarılı kılan bu yolda. Yol hikayeleri de bir nevi motivasyonları.
Bendenizde böyle bir iş yapıyorum şu an. Benim minör farkım bunu küreselleşen dünya geneline yaymam. Minimum 2000 km den başlar genelde mesafelerim. O dünyaya yakın daha olayım abartmayım böyle dedim, bir süre Çin de yaşadım. Ama söz konusu Çin olunca minimum 500 km den başladı yine yolculuklarım 🙂 Şimdi bu yolculukların genel bir anatomisini çıkartayım diyorum fotoroman tadında bu yazıyla. Empati kurarsınız  belki bizlerle, bellimi olur 🙂 Umarım beğenirsiniz.

photo-20Yolculuk hikayelerim Taksilerde başlar benim efendim. Başlangıç diyaloğum çok nettir “Abi 1. köprüden mi gideyim 2. den mi” 🙂 . İlk olarak İstanbul boğazı iyi yolculuklar der bana hep. Şehrin havasıdır birazda benim  havamı belirleyen, boğazdan geçerken bunu hissederim. Bir gözüm sürekli yolda olur, koltuk arasından. Umarım saçma sapan bir kaza olmazda uçağı kaçırmam diye. Program sıkıdır çünkü, müşterilerimiz iş ortaklarımız o programdaki sapmayı zor kabullenirler. Genel olarak sürekli sabaha karşı döndüğümden İstanbula bana ilk “Hoşgeldin” i, “Günaydın” ı da taksiciler derler. Bizim taksicilerin bana kattığı en önemli artılardan biri aslında farkında olmadan gittiğim ülkelerdeki taksiciler ile olan iletişimimi hızlandırmaları. Çinli bir taksiciyle, yarım yamalak Çince ile Hereke halısı muhabbetine girebilmek mesela. Ya da Tokyolu taksiciden benden ne kadar fazla para kazandığını öğrenip, her sene yaptığı tatillerini ağlayarak dinleyip taksiden inmekte diğer bir örnek 🙂

photo-11

Havaalanları bizlerin mabedleridir. İyileri mutluluk salgılar. Singapur Changi, Seoul Incheon, Tokyo Narita ve Helsinki Vantaa gibi. Kötüleri ızdırap olabilir, özellikle lokalleri. Tek bir kriteriniz vardır iç hatlarda, Starbucks olup olmadığı, özellikle Çin de. Benim lokasyonlarım hep gelişmekte olan ve Uzakdoğu ağırlıklı destinasyonlar olduğundan havaalanlarının altyapıları yolculuklarımı çekilir hale getirebilmek için çok önemli. İyi bir business lounge ve güzel bir masaj sizi sizden alabilir mesela.

photo-5Gelelim uçaklara. A-380 hariç hepsiyle hemen hemen uçtum. Uçak önemli rahatlık açısından. Ama hava yolları asıl farkı yaratan. THY Allahı var bu işte artık dünya markası, yiğidi öldür hakkını yeme. Ama en iyisi hangisi derseniz bana göre Singapore Airlines. O kadar farklı havayolları uçtum ki hepsini hatırlamıyorum bile. Bunlardan bazıları Korean Airlines, Asiana Airlines, Garuda Indonesia, Lion Air, Asiana, Air Japan, JAL, Air China, China Eastern, China Southern, Shanghai Airlines, Thai Airways, Air Malaysia, TAM, Aerolinas Argentinas, Cathay Pacific, Hong Kong Airlines, Air France ve diğerleri. En güzel hostesler mi tabiki TAM Brazil de 🙂

photo-12Bu uçuşlar bazen eğlencelide geçebiliyor. Mesela manyağın biri tuvalet camına bu uçakta bomba var yazıyor, teker yere değdiğinde Çinli SWAT komandoları, itfaiye ve Ambulans ile karşılanabiliyorsunuz. Yada üst düzey muhafazakar bir Türk Kamu çalışanının uçakta arka arkaya viskileri götürüp ardından İlyas Salman gibi naralar atıp yolculara tükürmesine ve tüm kabin ekibinin bayan personeline kur yapıp numarasını vermesine şahit olabiliyorsunuz. Ama ne olursa olsun “Business” damarlarınıza kadar işliyor ve kendini net hatırlatıyor, özellikle free upgrade olunca 🙂

photo-4Yol hikayeleri sürekli uçak içiyle sınırlı değil tabi. Sizin yemeklerin dışında ara öğünleriniz onlar. Mesela restorandan çıkıyorsunuz bir bakıyorsunuz, manyak Çinlinin biri kızmış Lamborghini firmasına verdikleri servisten ötürü yakmış arabayı koymuş Lamborghini showroom un önüne. Hey gidi hey , adamlar para var huzur var derken boşuna demiyorlar arkadaşım 🙂 Ya da Inca Cola ile tanışabiliyorsunuz Peru da. Coca Cola ne yapmış etmiş geçememiş adamları pazarda, sonrasında her kapitalist gibi bastırmış parayı almış, al sana para var huzur varın başka bir formatı. Bunların içinde para yok huzur var olan hikayelerde var tabi yok değil. Chengdu da mekanında takılan Panda da kendini bulmak ve çocuk olmanın dayanılmaz hafifliğini o güzelliklerde görmek gibi.

photo-10

Yemek dedikte, bu yollarda bizimde yakıtımız Dünya Mutfağı. İş yemekleri, ofis yemekleri bizim olmazsa olmazımız. Saatlerce yapılan toplantılarda karar alınmaz genelde. Tüm konuştuklarınız yemekte alacağınız karar için girdilerdir bir nevi. Bu bazen Çin in ortasında, bir fabrika yemekhanesinde çalışanlar ile kumanya paylaşmak, bazen de Avrupa da bir yerde güzel bir restoranda üstünüze akın akın gelen kadehlere karşılık vermek şeklinde olur, Savulun bre, bizim atalarımız yıkılmamış ben mi yıkılacağım. Bizim kültürümüz farklı mutfaklara önyargılıdır biliyorsunuz. Ama sakın hayatınıza özellikle yemek konusunda önyargıyı sokmayın. Gittiğinize her yerde farklı tatlara gözü kapalı dalın. İşte o zaman hayatın tadına farklı varacaksınız. Favorilerin ne diye sorarsanız, Çin de Sichuan ve Uygur mutfakları, Japonyada Sushi, Sashimi ve Okonomiyaki, Peru da Ceviche, Kore de Bibimbap, Tayland da Tom Yum Goong, Endonezya da Gadu Gadu, Brezilya da Churrascaria.

photo-21Bizim yolculuklarımız genelde bu detaylar etrafında şekilleniyor sevgili Evrekka okuyucuları. Bunlar belki güzel tarafları. Yorgun gözler, Jet lag ler, her sabah kalktığınızda ulan nerdeyim ben ler , her perdeyi açışta gördüğünüz manzara karşısında aptallaşışınız, trafikte sıkıştığınızda Lima ve Jakartalılarla iletişime geçme çalışmalarınızdaki sanatsal ve bir o kadar ince derinlik, sevdiklerinizin arkadaşlarınızın önemli günlerinde yanlarında olamamanız, sonra onların sizi hatırlamak istememeleri gibi şeylerde diğer tarafı. Varın siz karar verin 🙂

Ama benim sizlere tavsiyem, tüm çıktığınız yolculukların hakkını vermeniz. Onlar size yaşadığınızı hatırlatacaklardır.

Evren

13.07.2014

@Kozyatağı/İstanbul

photo