GUANXI – Çİn’de Başarının Sırrı !

Evrekka yayın hayatına başladığından beri tek bir kategoride yazı yazmadım, o da OKUMALIK. Bu kategoriyi açarken amacım sizlere değişik kitap önerileri ile gelmek ve çakra açabilmekti. Hatta sizlerin okuduğu kitapları Evrekka takipçileri ile paylaşmanız için aracı olmaktı. Ama o plan yattı sanırım. Hala bekliyorum köyün minibüsünü bekleyen çocuklar gibi. İnanıyorum, biriniz yazacak, o gün gelecek ve paylaşacak Evrekka da, umudumu asla kaybetmiyorum

Ulan blog senin, niye beleşe getiriyorsun, kitap okumuyorsun sonra artistlik yapıyorsun diyorsunuz. Doğrudur, nadir kitap okuyabiliyorum bu aralar, çok şikayetçiyim bendenizden. Kendimi sürekli elimde ipad, haber ve bazı önemli bloglar, Flipboard, HBR, Forbes, Bloomberg, Nikkei, Twitter gibi platformlarda paylaşılan, yayınlanan makaleleri haberleri okurken buluyorum. Kitap okumaya bulduğum nadir boş zamanlarda da öyle abuk sabuk kitapları seçiyorum ki burada paylaşsam mı, paylaşmasam mı valla bilemiyorum, tahmin edemiyorum tepkileri. Amma velakin bugün aniden gaza geldim ve son okuduğum kitabı sizinle paylaşmaya karar verdim. OKUMALIK kategorim uzun süre öksüz kalsın istemedim.

guanxiSöz konusu kitabımız olurda eğer bir gün Çinde ya da Çin ile iş yapmak isteyen kişilerin kesinlikle okuması gereken bir kitap. Dünyanın en büyük potansiyeline sahip pazarında nasıl başarılı olunabilir malum tüm şirketlerin birinci önceliği artık. Bunu başarabilenler nasıl başarıyor, bunun bir formülü var mıdır büyük muamma. İşte bu kitap Microsoft gibi bir devin Çin de Araştırma ve Geliştirme merkezi kurmasını ve sonrasında bunu tüm global dünyada bir başarı hikayesine dönüştürmesini anlatıyor. Çin in dünya için önemini, sadece büyümekte olan devasa potansiyel sömürülecek bir pazar değil, inovasyon için nasıl bir potansiyel membağ olduğunun hikayesi. Bu ve diğer hikayelerde olduğu gibi Microsoft un ve başarılı olan tüm şirketlerin tek bir ortak noktası var o da GUANXI (关系), yani türkçe mealiyle karşılıklı fayda sağlayan ilişkileriniz, bağlantınız ve kişisel networkunuzun etkisi.

 

İki MIT li kitabın yazarları, Robert Ruderi ve Gregory T. Huang. Harika bir dille kahramanları başta Kai Fu Lee, Yao Qin Zhang ve tüm Microsoft üst düzey yönetimi, Bill Gates, Steve Ballmer olmak üzere nasıl bir hikaye çıkartıyorlar gerçekten şaşıracaksınız. Özellikle Kai Fu Lee ve Ya Qin Zhang (meraklıları için alttaki resim,  en alt sıra soldan sağa 2. ve 4. kişiler 🙂 ) ın Çin için nasıl birer figür oldukları, ülkelerini sadece para için sömürülecek bir yer olmaktan çıkarıp teknolojiyi üreten ve yöneten bir ülkeye dönüşmesi konusundaki katkılarını gerçekten takdir edeceksiniz. Hele sonrasında Kai Fu Lee nin Google a geçme hikayesi var ki dillere destan.

Fazla uzatmıyorum okursanız detaylar kitapta. Ben yinede  pek okunmayacağını da bildiğimden bu kitabın ana mesajını aktarabilmek için, kitabın sonunda karşılaşacağınız, Kai Fu Lee nin Çinde başarılı olmanın yollarını çok güzel özetleyen tavsiye raporunu (How to Make it China) yeniden özetleyerek sonlandırıyorum yazımı. Bu tavsiyeler benim yaşadıklarım ve oradaki gözlemlerimle öyle birebir uyuşuyor ki, okuduğumda hakikatten bu kitabı geç keşfettiğim için iç geçirmedim de değil hani.

O zaman buyurun bakalım (Yanliz bir problem var yanlız kitap ingilizce henüz Türkçe çevirisi yok, o yüzden bu özet kıymete binebilir 🙂 ). Tüm bu öneriler her ne kadar uluslararası büyük bir şirkete hitap ediyormuş gibi gözüksede ipuçları genel, bizzat yaşayarak test etmiştir bazı noktaları bu kardeşiniz 🙂 .

guanxi

 

MESELE 1 EŞSİZ PROTOKOLLER VE İLİŞKİLER Çin kültürü güven, ilişkiler ve karşılık saygı üzerine kurulmuştur, dolayısıyla iş hayatı da. Asla ama asla tutamayacağınız sözler vermemeli ve uygulanan kuralların ve protokollerin dışına çıkmamalısınız çakal iş bitirici ayaklarına yatarak.

FORMUL 1 PROTOKOLLERİ ÖĞRENİN VE GÜVENE DAYALI İLİŞKİ KURUN Özellikle hükümet, yerel yöneticiler ve müşterilerinizle her seviyeden başlayarak baştan itibaren iyi ilişkiler kurmalısınız. Farkınızı ortaya koymak için fark yaratmalısınız. Örneğin hanginiz Çin de SARS vakaları yayılmaya başladığında cesaret gösterip seyahatinizi iptal etmez. Motorola nın COO su etmedi ve Çinliler bunu asla unutmadı mesela.

MESELE 2 ÖNCE FAYDA SAĞLA SONRA YARARINI GÖR Çinliler kendilerine katkı sağlamak için mi yoksa onların bu potansiyelini hızlıca sömürmek için mi orda olduğunuzu çok iyi analiz ederler. Uzun dönemde onlara bağlılığınızı ispatlarsanız bunun karşılığını yavaş yavaş alırsınız. Hiç bir zaman tek bir şirketi haddinden fazla zengin etmekte çekinmezler. Çin hükümetinin Pepsi yerine Coca Cola ya, Toyota yerine Volkswagen e, Toshiba yerine Sony e ayrıcalıklı davrandığı gibi.

FORMUL 2 UZUN DÖNEMLİ ORTAKLIK İÇİN STRATEJİ KURUN Çinliler için teknolojiye ulaşım paradan daha önemlidir. O yüzden sermayeye ortaklık ve partnerlik ile ulaşmak isterler. Eğer onlardan korkmadan stratejik ve teknolojik ortaklık kurup paylaşımcı olursanız karşılığını fazlasıyla alırsınız. Bunu yönetmeyi iyi bilmelisiniz.

D4839C6BBB6E4366AFDECF566D08066A_B500_900_500_401 MESELE 3 KIDEMLİ LİDERLERİ İŞE ALIN VE LOKAL EKİBİNİZİ EĞİTİN Çinlileri iyi bir lider olma yönünde eğitip onlara katkı sağlarsanız bu size hem ilişkilerinizde hem de işlerinizde ayrıcalıklı olma şansı sağlayacaktır. Onlara rol model olacak çalışanlarınızı Çin e göndermek te bu etkiyi arttıracaktır.

 FORMUL 3 LOKAL YETENEĞİ VE LİDERLİĞİ EĞİT VE TEŞVİK ET Çin hükümeti her zaman  Çinlilerin lokal yabancı şirketlerin lokal operasyonlarını yönetmesini bekler. Çinli lokal iş gücü zeki, enerjik ve motive olmasına rağmen iş proses ve liderlik becerileri eksiktir. Bu yüzden tüm yabancı şirketler çalışanları için etkili bir eğitim programı oluşturmak zorundadırlar.

MESELE 4 ÇİNİN PİYASA KURALLARINA GÖRE OYNA Çin hala merkezi planlı ekonomiden piyasa odaklı sisteme geçişini hala tamamlamadı ve gerekli iş ve yasal altyapıyı kurmadı. Unutmayın burada kurallar sürekli değişir.

FORMUL 4 ESNEK OL VE HER ZAMAN LOKAL İHTİYAÇLARA VE UYGULAMALARA ODAKLAN Ürünlerinizi, markalarınızı sürekli piyasadan ve hükümetten gelebilecek değişiklikleri iyi gözlemleyerek adapte edin. Fiyatınızı realitelere göre, korsanlığa gerek kalmayacak şekilde set edin.

MESELE 5 LOKAL EKONOMİ HER ZAMAN ÖNCELİKLİ Çinliler uluslararası şirketlerden her zaman yerel ekonomiyi desteklemesini ve yerel rakiplerin oluşması için teşvik etmelerini bekler. Amaçları batıdan ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaktır.

FORMUL 5 LOKAL İŞ ALANI EKOSİSTEMİ OLUŞMASINA YARDIM EDİN Çinlileri tek amacı domestik şirketlerini geliştirmektir. Sadece ucuz iş gücü ve maliyetler ile ürünler üretmek yerine yüksek teknoloji ürünlerine odaklanın ve onlarla paylaşımcı olmaya açık olun.

 MESELE 6 İYİ AMA ZOR ELDE EDİLEN BİR İMAJ Unutmayın Çin de basın özgürlüğü kısıtlıdır ve kolayca manipüle edilebilir.

FORMUL 6 GÜVENİ BİRLEŞTİRİCİ VE ALÇAKGÖNÜLLÜ ORGANİZASYON ÜZERİNE DURUN Düşük düzeyli bir halkla ilişkiler yaklaşımı. Büyük kampanyalar yerine hükümet, lokal yetkili ve partnerlerin güvenini kazanmaya odaklanın.

Çin bence hala kendi içinde bir dev. Günü geldiğinde varlıklarını başka hissetirmeye başlayacaklar bu dünyaya. İşte o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız 🙂

Evren

02.07.2014 @Kozyatağı/İstanbul

Kitap erişim:
http://www.amazon.com/Guanxi-The-Art-Relationships-Microsoft/dp/0743273222/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1404330612&sr=8-1&keywords=guanxi 
http://www.kobobooks.com/ebook/Guanxi-The-Art-of-Relationships/book-K3LFypFxnUuSH0mYyczz-Q/page1.html?s=tf6YXxFjt0yz17FpYsZjQw&r=5

 

YETKİNLİK ya da POTANSİYEL, İşte bÜtÜn mesele bu!

Şimdi şöyle bir yaslanın geriye. Bir şirkette üst düzey yönetici olduğunuzu hayal edin. Kritik bir yönetici pozisyonu için seçim yapmak zorundasınız ve karşınızdaki adaylardan biri en iyi üniversiteden mezun, sektörün en iyi şirketlerinde yöneticilik yapmış, ve gerekli yetkinliklerin tümüne sahip, tüm değerlendirmelerden şu ana kadar çok iyi puanlar almış biri zat. Diğeri ise sektör tecrübesi olmayan, ancak meraklı yeni deneyim ve bilgiler edinen, öğrenme ve değişime açık olan, yeni olasılıklar yaratabilecek detaylar peşinden koşan, insanlar ile iyi bir bağ kuran ve tüm engellere rağmen hedeflere ulaşmak için savaşabilecek ve gerektiğinde yıkılmadın ayaktayım diyebilecek biri. Hangisini tercih edersiniz ?

sky challenge

Evrekka nın ana okuyucu kitlesi tabi ki, orta seviye yönetici ya da adayı, en kötü aday adayının adayı 🙂 olan siz beyaz yaka vefalı dostlar. Bırakalım şimdi üst düzey yönetici seçme işini diyorsunuz, duyar gibiyim. Fakat bir düşünün siz bile naçizane ekibinize yeni birini katarken bile en özetinde yetkinliğe mi potansiyele mi önem veririsiniz acep bir düşünün bakalım ?

job_interview

Bu yazı için bana Evrekka dedirten, “It is not the How or the What but the Who” kitabının yazarı olan Claduio Fernando Araoz un HBR da yayınlanan, ana mesajı “Potansiyel neden artık zeka, deneyim ve yetkinliklerden daha iyi bir koz” olan makalesi*.

Araoz günümüz koşullarında kişileri belli rollerde başarılı kılan etmenlerin yarın rekabet ortamı ve şirket stratejisi değiştiğinde, ki çoktan başladı bu değişim, yahut farklı bir çalışma grubunu yönetmesi veya işbirliği yapması gerektiğinde etkili olmayabileceğini söylüyor. Asıl meselenin çalışanların ve liderlerin doğru becerileri öğrenme potansiyeli olup olmaması olduğunu anlatıyor ve küreselleşme, demografi ve ürün hatlarından oluşan üç ana kuvvetin üst düzey yetenekleri daha da kısıtlı hale getireceğini vurguluyor yakın gelecekte. Her canlı gibi endangered species (Nesli Tükenen Türler) olacak bu zavallı potansiyel sahipleri demek istiyor bir nevi 🙂

The Disa Primary School in Hout Bay, Cape Town, South Africa on Feb. 22, 2013. © Vance Jacobs 2013

Verdiği örneklerde yaklaşımını doğrular nitelikte. Dünyada bugünki ve 2016 yılları arasındaki büyümenin % 70 inin gelişmekte olan pazarlardan gelecek olması, buna karşın 2020 yılı itibarıyla Rusya, Kanada Güney Kore ve Çin’i de kapsayan bir çok ülkede, emeklilik yaşına erişenlerin sayısının iş gücüne katılanlardan fazla olacağı ilginç bir gösterge. Çin özelinde bile ülkenin kendi içinde büyümesine odaklanan bizler aslında ülkenin küresel etkisini gözden kaçırabiliyoruz. 2003 te Global Fortune 500 şirketleri arasında sadece 8 şirketi bulunan Çin, şu an 88 adet şirket ile bu listede mesela.

Peki bu tempoda, bu faktörlerle, gelecek 10 yılda emsalsiz bir yetenek savaşının olacağı bu dünyada şirketler potansiyeli keşfetmeyi, ardından onları elinde tutmayı nasıl başaracaklar, neler yapmalılar ?

Cevap net ; daha iyi işe alım, doğru değerlendirme ve geliştirme sürecini doğru yönetmek. Araştırmalar diyormuş ki dört tane ana vasıf olmalı kişide; merak, içgörü, bağlanma ve kararlılık. Ha bunların en üstünde de motivasyon. Özveri gerektiren hedeflerde tutkulu bir inat gerekiyor. Potansiyeli olan kişiler büyük hırsları olup yaptıkları işlerde izlerini bırakmak isteyenler ve onlar kolektif hedeflerin peşinde koşarken, işlerini daha iyi yapmak için yatırım yapıyorlar.

Buldunuz adamınızı, nasıl elinizde tutacaksınız peki ?

Daniel Pink “Drive”** kitabında bizim gibi bilgi işçilerinin enerjisini üç temel unsurdan aldığını söylemiş; özerklik, yaşamlarımızı yönetme özgürlüğü; ustalık, mükemmelleşme arzusu ve gaye, yaptığımız işin bizden daha büyük bir amaca hizmet etme arzusu. Para tabi ki önemli, ama araştırma göstermiş ki, motivasyonu kırmayacak şekilde belli bir düzeyin üstüne geçildiğinde düşünüldüğünden daha az etki taşıyor maddiyat. Arozo kendi şirketinde yapılan bir araştırmayı buna çok iyi bir örnek olarak vermiş. Yeni işe alındıktan sonra işlerinde başarılı olmalarına rağmen 3 yıl sonra başka bir yerde işe giren çalışanlarının % 85 inin daha üst pozisyona geldiğini görmüşler, yani potansiyeli olan yetkin insanlar olduklarının kanıtlandığının. Bu kişilerden sadece % 4 ü işten ayrılmada birincil sebep olarak parayı göstermiş. Daha yaygın sebepler kötü patron, sınırlı destek ve gelişme fırsatlarının kısıtlı olması olarak ortaya çıkmış bu araştırmada.

Arozo makale sonunda bendenizi şu cümlesi ile vurmuş ve benim yazımıda bu pargrafla sonlandırmama sebep olacak ara pası atmış adeta. “Yüksek potansiyelli çalışanlarınızın sınırlarını daha büyük işler, bütçeler ve daha fazla ast ile zorlamak gelişmelerini sürdürecek ama hızlandırmayacaktır. Çeşitli, karmaşık, çetrefilli, rahatsızlık uyandıran roller ise hızlandıracaktır ”

social-media-347x300

Amann boşverin. Ben bir kahve söyleyeyim en iyisi 🙂  O kadar yoğun gündem varki dışarda. Gidip yeni Cumhurbaşkanı adayının profilini bir okuyayım. İŞİD yine hangi videoyu youtube a eklemiş ve tavukçuluk endüstrisine nasıl ilham veriyor ona bir bakayım. Yukarıdaki muhabbetlerin bize ulaşması bir 10 seneyi bulur zaten. Önce kentsel dönüşümü bir tamamlayalım, sonrası Allah Kerim 🙂

Evren

21.06.2014

@Cadde/İstanbul

* HBR Review, Haziran 2014 Türkiye, "21. Yüzyılda yeteneği keşfetmek"
** Daniel Pink, "Drive", http://www.danpink.com/books/drive
Fotolar, Internet, Anonim :)

HANGİMİZ SUÇLUYUZ ? by “BİR ACAYİP ADAM”

Evrekka nın ilk Köşe Yazarı.. Eski ve gerçek dost..Kral adam…
Karşılaştığım en iyi toplum ve sistem analistlerinde biri.. İçinde sürüklendiğimiz yaşamda varoluşu ve yetenekleri ile yapabileceklerini bir bilseniz.. Amma velakin, yaşadığı dünyaya inat gitmeyi tercih ederek seçimini yaptı o.. Artık buradan da o inadını ve isyanını okuyabilecek ve istediğiniz anda ona katılarak paylaşabileceksiniz..
Karşınızda ilk yazısıyla Bir Acayip Adam…

HANGİMİZ SUÇLUYUZ ?

O PİTİ PİTİ KARAMELA SEPETİ…

Bugünkü “denek”imiz henüz sistemin torna tezgahından geçmemiş, 6 yaşında, 1.sınıf öğrencisi  junior “Bir Acayip Adam”.

Sabah sabah bu maymuna soytarı soytarı hareketler yapıyorum. (İçeriği boş, şekli kof egemen güç icraatları misali).

Annesi “bu çocuk neden bu kadar gülüyor acaba” diye mutfaktan gelip bakıyor. (Bizim evde bile kadının yeri mutfaksa bitmiş bu memleket)

Annesi de mutfaktan gelip bakınca benim gayet mülayim bir şekilde oturduğumu görüyor.

-Oğlum ne oldu, ne gülüyorsun bu kadar?

-Babam komik hareketler yapıyor.

-Hayır ben bir şey yapmıyorum, çocuğa bir şeyler oldu, kendi kendine gülüyor.(Takdir-i İlahi işte)

-Hayır anne, babam güldürüyor.

-Ben bir şey yapmıyorum.

-Yapıyorsun baba.

-Hayır yapmıyorum, ispatın ya da şahidin var mı?

-???

-Sen yaptın diyorsun, ben yapmadım diyorum, ikimizden biri yalan söylüyor.

-???

-O zaman bir tekerleme sayalım, kim çıkarsa o yalancı demektir.

Egemen güç burada zayıfın da hoşuna gidecek göstermelik bir adalet mekanizması kurar, neticesini önceden bilir ve kendini haklı çıkaracak şekilde uygulamaya koyar. Zayıf, bunu sadece bir oyun zanneder, gerçekten de bir “oyun”dur, ama onun bildiği kadar masum olmayan bir “oyun”.

-Tamam baba.

-Başlıyorum, o piti piti karamela sepeti…

Zayıf, “oyun”un hala adil olabileceğini düşünürken bir şeyi unutur; Adalet, “Mülk”ün yani “Malik”in yani “Egemen”in temelidir.

Hiçbir “usta” kendisinin de içerisinde yaşayacağı binanın “temelini” sarsılacak ya da yıkılacak şekilde yapmaz. Bu ancak deprem vazifesi görecek ve bu inşanın yıkılıp yerine “yeni”nin yapılmasını sağlayacak bir güçle mümkündür.

-Bak sen çıktın oğlum, demek ki sen yalan söylemişsin.

-Ben yalancı değilim baba, ben suçlu değilim.

-“Adil oyun”umuz böyle söylemiyor ama, seni suçlu ve yalancı olarak gösteriyor, başka ne yapabiliriz ki?

“Denek”imizin gözlerinin dolmasından da anlaşıldığı üzere; “Zayıf denek”, masum olduğunu biliyor ve olaylara sebebiyet veren asıl suçluyu da… Fakat suç ve adalet aynı kişinin tekelinde…

Ne yapılabilir ki?

-Evet oğlum başka ne yapabiliriz ki?

-Bilmiyorum baba.

-Zaten ben de senin “bilmemeni istiyorum”. Fikrinin olmamasını, alternatif bir adaletin, alternatif bir sistemin olmamasını istiyorum.

Sen bilmediğin sürece ben kuralları koyarım…

Ve sen sadece “Oyun”un bir parçası olursun…

08/06/2014 Bir Acayip Adam

Dİnçer Mola = Şangay Muhtarı

O bir Şangay Muhtarı, O bir on numara adam, o bir Dinçer Molaaa..

İyi bir kalbe sahip olup, hala kimseyi kırmadan yaşamayı başaran biri o.

Evrekka da All Stars” köşesini açarken benim en büyük güvencem sizlerdiniz. Etrafım o kadar birbirinden değerli ve inanılmaz işler yapan arkadaşlarım, dostlarım, tanıdığım insanlar ile dolu ki bu köşenin hiç boş kalmayacağına inandım sayenizde. Dinçer de onlardan bir tanesi.

Benim Dinçer ile tanışmam 2010 yılı bir Mayıs ayında bir ofis arasi öğle yemeğinde başladı. Şangay a bir bavulunu alarak giden ben etrafımda binlerce Çinli arasında sıkışmışken hızır gibi yetişti ve sonrasında Şangay da sınırsız geyikler, geziler, komik anılar ve Playstation maceraları ile dopdolu bir dost kazandırdı bana.

Amatörce başladığı hobisi şimdi onu Şangay ın rehberi haline getiriyor. Artık insanlar önce onun sitesinden keşfetmeye başlıyor bu şehri, ve o herkese elinden geldiğince yardım etmeye devam ederek eşi Müge ile beraber mutlu bir hayat yaşıyor dünyanın yeni parlayan yıldızında…

Evrekka gururla sunar sayın takipçiler; Dinçer Mola, www.sangayrehberi.com

Sayın Mola.. Şerefler verdiniz efendim röportajımıza.. Klasikten taviz vermeyen sorularımızla başlayalım hızlıca. Dinçer Mola ve Şangay nasıl bir araya geldi, Evrekka okuyucularına paylaşabilirmisin ?

Dinçer ve Şangay dan önce Müge ve Şangay bir araya geldi aslında.. O zaman nişanlım olan Mügenin Şangaya iş gereği atanması beni de buraya bir anlamda getirdi diyebiliriz. Öncelikle 1 sene tek başına idi Müge burada ve tabi ki zor oluyordu bunu yönetmek. Bu süre zarfında bende bir kaç kere turistik ziyaret yapıp Şangay ı keşfetmeye çalıştım ve sonrasında baktık ki beğendik, buralarda yaşayabiliriz bende Şangaya geldim ve 2009 yılının sonunda itibaren hayatımızı burada sürdürüyoruz.

– Şangayrehberi fikri nasıl ortaya çıktı?

İlk başta mesafe olduğu için aile olan iletişimi arttırmak idi amaç, buralarda neler yapıyoruz neler ediyoruz aktarmak gibi. Çünkü sürekli arayıp konuşabileceğimiz bir durum yok, bu yüzden dedim bir web sitesi yapayım. Hani, bu kadar bir Şangay Rehberi olmak fikri yoktu. İlk aldığım domain de şangay.wordpress.com idi aslında. Burada gezdiğim yerleri, aktiviteleri resimleri falan koyarak yazmaya başladım.

– Peki bu noktaya nasıl geldi, insanların Şangay Rehberinden haberdar olması nasıl başladı?

Öncelikle içeriği güncel tuttum. Herhangi bir bloğa başladığınızda en zor şeylerden biridir sürekli güncelleyebilmek. Ben işim gereği sürekli bilgisayar başında olduğum için bloğu da aradan çıkartabiliyordum. Gerek hafta sonları, gerek hafta içi akşamları olsun sürekli içerik güncellemeye başladım. Böyle olunca da arama motorlarında Şangay, Çin, Şangay ile ilgili bilgiler aranınca da yavaş yavaş üste çıkmaya başladı site ve yorumlar gelmeye başladı. İnsanlar birbirlerine söylemeye başladı. Ben biraz Facebook ta, Twitter da tanıtmaya başladım falan ilgi seviyesi artınca. Bir de wordpress bloklandı Çin de. Öyle olunca da bende şu anki şangayrehberi.com domain ine geçtim. Sonrası Allah yürü ya kulum dedi olayı bir nevi abartılı olsa da 🙂

– Bütün bu anlattıklarına bakıldığında, arama motorlarında yukarıya tırmanman, aslında bu işi iyi yaptığın anlamına geliyor bana göre ve Şangayrehberi nin gerçektende bir rehber olmayı başardığı olduğu ortaya çıkıyor. Gelecekte hem Çin, hem de dünya için çok önemli bir şehir olacak olan Şangay da tüm Türklerin rehberi olmak nasıl bir duygu ? Bu hale geldikten sonra sen farklı hissetmeye başladın mı ? Mesela, işte artık daha çok bilgi girmem lazım, daha çok içerik yaratmalı gibi bir duruma dönüp stres yaratıyor mu bu durum ? Yani insanlar sadece yemek, restoran, aktivitelerden ziyade, aranılan bir şey nerede bulunur bu şehirde gibi, ihtiyaçları olan şeylere de ulaşımını hızlandırıp kolaylaştırıyorsun çünkü.

Bir yandan, sorumluluk duygusu yüklüyor. Öte yandan bir hobi olarak yapıyorum ben bunu, herhangi bir kazancım vesaire yok. Sadece sevdiğim bir iş yazmak. İnsanlar ilgi gösterince dengeyi kurmaya çalışıyorum, işi gücü aksatmadan bir yandan içerik girmeye çalışıyorum, biraz zor bir iş açıkçası. Örneğin bir Türk restoranı açılıyor, hemen gidip yazmam lazım gibi bir şey oluşuyor, heyecan oluyor böyle 🙂

– Bu şehirde seni en çok çeken nedir?

En çok çeken farklılık, kültürün etkisiyle sürekli beni şaşırtması şehrin. Avrupa da mesela bir yerden bir yere geçince çok fazla bir fark göremezsiniz. Ama burada her şey farklı. Tüm bu kültürün gelenek ve göreneklerini görmek, bazı durumlarda verdikleri tepkileri gözlemlemek, örneğin komşular ile ilişkiler, taksicilerle muhabbetler acayip güzel bir anı oluyor. Buda beni çok çekiyor, herşeyin yazılacak bir hikayeye dönüşmesi yani.

– Peki, Çinli olmak mı ve Şangaylı olmak mı ? Biz Şangay da yaşamış insanların Şangay ın Çin olmadığını söyleriz. Bu konuda bir şey söylemek istermisin ?

Aslında Şangaylılar da biraz farklı görür biliyorsun. Buranın bir New York gibi metropol olduğunu ve uzak doğunun Parisi olduğunu söylerler. Şangayın her yerinde gerçek bir Çin tecrübesi yaşayamazsınız. Mesela nehrin karşısına Lujiazui tarafına giderseniz, gökdelenler ve iş merkezlerinden burası Amerika mı Çin mi diye ayırt edemezsiniz insanlar olmasa. Yüzde yüz bir Çin tecrübesi sağlamaz Şangay. Burası gerçek Çin değildir yani.

– Şangayrehberi çok popüler hale gelmeye başladıktan sonra öyle istekler geliyordur ki sana, öyle farklı şeyler danışıyorlardır ki insanlar. Sadece yazılarına yapılan yorumlar değil, iş ile alakalı sorular geliyordur, kendi fikirleri ile alakalı sorular geliyordur, nasıl değerlendiriyorsun bunları ? Var mıdır ilginç talepler ve bunlar ile ilgili komik anıların ?

Tabi ki olmazmı. En son mesela şey gelmişti, kendi cep telefonum yada başka bir arkadaşımın hesabını kullanarak Taobao ( Çinin en büyük online alışveriş platformu, www.taobao.com) hesabı açabilir misiniz gibi. Türkiye de yaşayan bir arkadaş Taobao hesabı açmaya çalışıyor ama Çin telefonu lazım, o yüzden bana ulaşıp telefonumu kullanarak Taobao hesabı açıp şifreyi kullanıcı adını bana gönderir misiniz şeklinde bir ricada bulunmuştu. Tabi yapamadım zaten telefonum hesabıma bağlı olduğu için. Bu tür istekler geliyor, bende olumlu yaklaşmaya çalışıyorum kırmadan istekleri. Kendim yapabildiklerimi ben yapıyorum yada bilgi olan yere yönlendirmeye çalışıyorum. Ama dediğin gibi bayağı ilginç talepler geliyor 🙂

– Şangay artık global dünyada çok önemli bir çalışma merkezi. Bir çok Türk de artık buralara expat olarak çalışmaya, yaşamaya geliyor. Hiç böyle bir teklif alıp ta sana danışanlar oluyor mu karar aşamasında iken? Böyle durumda senden gelecek değerlendirmeler onlar için çok önemli oluyordur, haksız mıyım ?

Öyle aslında bir kaçtan da fazla durum var. Teklif alıp Şangay da çalışılır mı, ne kadar maaş teklif ederlerse gelmeliyim, koşullar nasıldır, yaşam ne kadar pahalıdır gibi detay sorup bilgi almak isteyenler epeyce oldu yani.

– Peki bundan sonra şangayrehberi format değiştirecek mi? Daha global, daha profesyonel ve İngilizce içerikler gibi mesela.

Zaman olsa keşke, dizaynı falan değiştirmeyi düşünürüm. Mesela, daha profesyonel temalar kullanmak gibi. Ama zamansızlıktan dolayı bu çizgide devam edecek diye düşünüyorum.

– Bir gerçek var senin de bahsettiğin gibi, Şangayrehberi varsa Müge nin sayesinde var. Mügenin sana katkısı oluyor mu ? Mesela sen ona ev işlerinde yardım ediyorsun 🙂 o da sana içerik ve paylaşımlarla destek veriyor gibi.

Ev işlerinde çok anlamıyorum ama 🙂 buna rağmen karşılık beklemeden yardım ediyor. Sağolsun yazı yazıyor, fikir veriyor, gittiğimiz yerde fotoğrafları o çekiyor. Aslında kendi sitesi de var www.notdefterimm.com burdan da reklamını yapıyım. Ona rağmen kendi sitesinin yanında bana da çok destek veriyor.

– Son soru, Şangayı tek kelime ile tanımla dersem, ne dersin?

Zor bir soru. Hmmm… “Farklı” derim herhalde. Farklı bir şehir. Türkiye deki ben ve zamana göre gerçekten farklı bir yer burası.

– Peki bir blog üstadı olarak Evrekka hakkında ne düşünüyorsun ?

Öncelikle Evrekka.com u gönülden destekliyorum 🙂 Daha çok içerik girilmesini rica ediyorum. Elimden ne geliyorsa da gelişimi açısından her zaman da hazırım.

– Biz Evrekka okuyucuları olarak, Şangay ı seven, gelmeye meraklı, burada yaşayan insanlar olarak gerçekten çok teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Bizlerde senden daha fazla içerik ve Şangay hakkında çok daha fazla ilginç haberler bekliyor 🙂 ve röportaj için teşekkür ediyoruz.

Bende çok teşekkür ediyorum.

@ Şangay/Çin/24 Mayıs 2014

 

Başka Türlü Bİr “İsmaİl Özger”

Başka Türlü bir adam….

Hayata gerçekten başka bakabilen, sadece bakmakla kalmadan onu başkalaştıran birisi o.

Özcan ile röportajımı yaparken nerde olursa olsun onlardan diğerini de bulup Evrekka takipçilerinin huzuruna çıkarmayı kafaya koymuştum. Dediğimi de yaparım biliyorsunuz 🙂 . Fazla uzatmadan, bir fırsatını bulup Japonya ya Dinçer Mola ile gidip saklandığı yerde buldum çıkardım kendilerini.

Uzatmadan hemen sizleri onun dünyasını, dünya turunu, durup durmadığını, cesaretini, yanlızlığını, isyanını, mutluluğunu, huzurunu içine kattığı röportajı ile baş başa bırakalım.

Ve karşınızda İsmail Özger…

Evet İsmail bey.. Hiç uzatmadan sorularımıza geçelim, ardından da bu güzel ortamın keyfini çıkaralım diyorum, ne dersin ?

Tabi ki.. Öncelikle hoş geldiniz Japonya ya diyorum tekrar.

Rica ederiz ne demek, gerçi röportaj bittiğinde son bir teşekkürümüzle mutlak kapatacağız ama 🙂

Hadi ilk soru hemen başlayalım, Başka Türlü Bir Şey derken, gerçekten şu an ki başkalıkta bir şey mi kastediyordun kendine acaba ?

Yok o zaman sadece yola çıkmak vardı aklımda.. Herhangi bir beklenti yoktu. Şöyle olsun, böyle olsun diye bir şey yoktu. Bir yola çıkayım, nehir kendi yolunda aksın gitsin, bakalım nereye gidecek diyordum. Nereye gideceğini gerçekten bilmiyordum yani.

Onun sonucunda şimdi buradasın, o nehir beni buralara kadar getirdi diyorsun yani.

Bir nevi.. Nehir akmaya devam ediyor ama.

Gözüküyor ki, burada olmandan, yolculuğun hala bitmemiş gibi. Öylemi gerçekten ? Şu an Japonya da sın, bu yolculuk bitmiş gibi mi, devam ederse de nereye kadar devam edecek ? Bir sonraki destinasyon neresi olur, var mı kafanda planlar.

Aslında fiziksel ve kafa yolculuğu olarak tanımlayabilirim bu yolculukları iki kısımda. Fiziksel anlamda artık uzun yolculuklar planlamıyorum, arkadaşlarımla, ailemle, herkesle yapılan tatil amaçlı yolculuklar tabi ki olacak. Ama diğer yolculuk diyorsan, değişim ivmem arttı diyebilirim.

İvmem arttı derken, daha sık yolculuklar mı gelecek, bunumu kast ediyorsun?

İvmem arttı derken, yurtdışında yaşamaya başladım. Düşüncelerimin değişimi, evrimi arttı. Yeni şeyler öğrenmenin yolu açıldı, çok daha fazla şey öğrenmeye başladım. Daha hızlı adapte olmaya başladım. Yani değiştiğimi hissetmeye başladım.

Şimdi burada durup, Özcan ile başladığınız yolculuğa gelelim. Aynı soruyu soracağım onada sorduğum gibi, ne kazandırdı ne kaybettirdi bu yolculuk sana? Şu anda bakarsan, kaybettirdiklerimi fazla, yoksa kazandırdıklarımı ?

Bana sorarsan kazandırdıkları daha fazla. Gerçi başka birine sorsan kaybettikleri der muhtemelen ama 🙂 . Keşke çıkmasaydım dese idim, o zaman kesin kaybettim diyecektim. Fakat kazandım diyorum, çünkü bir şey kaybettiğimi düşünmüyorum.

Pişman olduğun ufak ta bir şey yok mu ?

Şöyle var, daha önce yapsaydım keşke, öyle pişmanlık var 🙂

Ailen bu durumunu tabiri caizse kanıksadı mı sence ? Ben onların Maddi Manevi anlamda, inanılmaz bir destek verdiğini düşünüyorum gerçi, nasıl yorumlarsın ?

Ailem ile aramda çok net bir kuşak farkı var. Belli şeyler yaşadıktan sonra git gide de açmaya başlıyorsun. En neti aslında, beni anlayamıyorlar bu durumun. Çok destek olmuyorlar, yani devam et demiyorlar. Aslında bir nevi köstek olmayarak destek oluyorlar. Kabullenme durumu, ben nasıl istersem, ona saygı duyuyorlar. Onlar sürekli yanlarında olmamı istiyorlar, ben uzak oldukça da tam destek içlerinden gelmiyor açıkçası. Burada Japonca öğreniyorum diyorum, Annem hala iyi bak burada iş bulmana yardımcı olur dönünce, ne güzel diyor mesela 🙂 . Hep döneceğime kurulu bir algı var.

Peki o kadar ülke gezdin, şu an burada olmandan yola çıkarak, Japonya seni en çok etkileyen ülke diyebilirmiyiz, yada hangi ülke en çok gönlünü çaldı ?

Her zaman yurtdışında yaşama hayalim vardı benim, sürekli kasmıştım, askerlikten sonra özellikle iş için. Çokta başarılı olamadım, internetten bir yere kadar. Daha sonra bu dünya turu gündeme geldi. Sonra dedim ki kendime, ya yolda bir şey olur, çıkar kalırım oralarda. O zaman Japonya ya geldiğimizde burayı çok beğenmiştim. Geri döndüğümde belli bir süre sonra bunu fark ettim. Yurt dışında yaşama isteğimin arttığını anladım. Gezerken tabi çok yer gördüm ama burada yaşamak eğlenceli olur diye içimde kalmıştı hani. Gidip Afrika ya da Moğolistan da yaşamak olabilirdi oraları da sevmiştim ama 1 numarada hep burası vardı. Medeni ülkede yaşayıp, gerçekten onun ne olduğunu hissetmek istedim aslında. Yaşaması ve gezmesi keyifli yerde..

Özcan ile yolculuğunuza döndüğümüzde, hiç kavga edip birbirinize trip attığınız, sonra da ya arkadaş biz nerde kime şekil yapıyoruz diyerek tekrar barıştığınız oldu mu ?

Ufak tefek tabi ki. Ama en majörü, bir nevi sert tartışmalara girdiğimiz tek bir an vardı, en down olduğumuz nokta. Psikolojinin tavan yaptığı, Mumbai de tren istasyonunda pasaportları, her şeyimizi çaldırdığımız zaman yani. Çok şiddetli bir gerginlik vardı. Aslında gerginlik bu yolculuğa devam etmekten geliyor idi. Yoksa dönmeye kalksak bu kadar olmazdı. Çünkü, konsolosluk bizi geri göndermeye çalışıyor, biz daha devam edeceğiz yolun yarısındayız, dönmek yok diyorduk. Onun, yani tren istasyonunda aç, susuz 3 gün yatmanın gerginliği vardı. Neyse, tam işleri yoluna koymaya başlamışken, o kadar ufak bir meseleden patlama oldu ki, hangi trene bineceğiz, sen bunu dedin, ben bunu dedim derken tartışma oradan çıktı. Özcan kalktı gitti, bir anda farklı trenlerde birbirimiz kaybettik.

Haydaaa, sonra nasıl buluştunuz peki o durumda ?

Facebook tan. Sen neredesin, Delhi de 1 günlük mesafe, ben burada Mumbai de derken 1-2 gün sonra tekrar buluştuk. Yani çok büyük kavgadan ziyade arkasının beslendiği bir gerginlik yaşadık üst üste gelen olaylardan dolayı.

Bunu bilmiyordum bak, öğrendiğim iyi oldu 🙂

Yani kavga o, kişisel fiziksel bir şey değil ama. Sebepte yok aslında, arkasında olan gerginlik, üst üste gelen şeylerdi.

Özcan olmasaydı, yani başka biri olmasaydı tek başına bu kararı alırmıydın ? İtici güç önemli, yanlız bu cesareti bunu gösterebilirmiydin. Mesela son dakikada Özcan bir nedenden dolayı iptal etseydi, tek başına çıkarmıydın dünya turuna hazırlıklar tamam iken.

Yapma isteğim hep vardı ama aktivasyon çok önemli. Beni ilk aktive eden Özcan oldu. Ama ben ilk seferinde evet demedim, tam cevap vermedim. Başka planlarım vardı. Yurtdışında mastır ayarlamıştım, kabul almıştım Polonya dan, her şeyi ayarlamıştım. İşletme mastır ı yapayım, sonrasında bir yerde işi bulurum diyordum. O sırada Özcanın teklifi geldi. Ona dedim şimdi gelirim dersem onun anlamı giderim. Sana söz verirsem, artık o kararı alır ne olursa olsun giderim, tek başıma da çıkarım. Düşündüm taşındım, master dan vazgeçip tamam gidelim dedim. Ondan sonra bir engel çıksa tek başıma çıkardım asla durmazdım. Ama en baştan diyorsan aktive eden Özcan oldu.

Peki Özcan ile sizi kahkaha attıran, çok güldüren bir olay oldu mu, kendinizi kopmuş vaziyette bulduğunuz hatırladığın en komik an ne var 🙂

Böyle çok an var. Yani, kuvvetli kahkaha attırmasa da çok komik şeyler yaşadık. Mesela bunlardan biri Mumbai tren istasyonunda olmuştur. Trajikomik mi deriz artık bilmiyorum. Bittiğimiz, pasaportlarımızın çalındığı bir anda, kimliksiz, aç oturuyoruz. Hintli elemanın biri gelip bize Türk müsünüz diye sormuştu. Türküz dedik. GS limi FB limisiniz dedi. GS liyiz dedik. Dün İBB ye yenildik ya dedi. Baros gol attı, Hagi yi gönderecekler galiba dedi. Kahkahalar atmadık ama saçma komik bir olay yani. O an nerdeyiz ne durumdayız derken biz, hadi eyvallah dedi gitti. Bence trajikomik bir olay yani.

Türkiye ye döndükten sonra anlaşılma probleminin en büyük sorunun olduğunu düşünüyorum. Kimse senin ne anlattığını anlamadı muhtemelen. Şey gibi değil, yani gidip 15 sene sonra bir yerden dönmüyorsun ama yine de büyük bir anlaşılmama problemi yaşıyorsun. Bende aynı şeyleri yaşadım fakat sanırım sizin durumunuz daha farklı.

Bu konu üzerinde fazla konuşmadım aslında. Ailem ile de fazla konuşmadım. Mesela bir kere bile döndükten sonra nerelere gittin, nereleri gördün sormadı annem, hiç bir soru gelmedi. TV de seyretmemişlerdir bile. Döndüm geldim hiçbir şey olmamış gibi akşam yemekte ne yiyelim muhabbeti. Yoldayken de mesela, ne yiyiyorsun, çamaşırları nasıl yıkıyorsun. Nerdesin yok mesela. O kadar farklı bakış açısı ki. Anlamalarını beklemiyorum açıkçası, çok normal.

Yani ufak bir merak ta yok. İşte getir fotoğrafları bakalım anlat bize yok değilmi 🙂

Yok abi. Video yaptık Türkiye de bir çok insan biliyor. Tamamını izlememiştirler bile. Diğer insanları çevremde dersen destekleyenler de var, anlayanda var. Beni anlamayan insanlar hayatı kakakikiri yaşıyor bu adam modunda olanlar. Bende onları anlayamıyorum açıkçası. Karşılıklı anlaşılamayanlar.

Şimdi dürüst olalım, yanında güzel bir kız arkadaşında var ama sende dünyanın en güzel ve en vasat kızları nerde abi. İkiye ayıralım istersen fiziksel ve overall diyelim 🙂

Ben fiziksel olarak Asya yüzünü seviyorum. Onların içinde de Kore kızları en güzelleri. Karakterlerinide katarsan içine tanıyabildiğim kadarıyla Japon kızları. Zaten kızlarını beğenmediğim bir ülkede yaşamam. Beğenmediklerim ise çekici bulmadığım Hindistan kızları. Hijyen açısından zor. İkili iletişime bile giremiyorsun. Dünyanın başka neresine gidersen git, bir şekilde göz göze gelip tanışabilirsin. Hindistan da 5 hafta kaldım bir kez bile göz teması kurmuşluğum yok. Baskı da var üzerlerinde kurmuyolar zaten.

Bunca şeyden sonra, tamam çok kötü yerlerde var, elinde imkan olsa hala Türkiye de doğup büyümek istermisin. Şu anki konumundan ve durumundan dolayı soruyorum bunu 🙂

Türkiye de doğup büyümek zor gerçekten. Açıkçası Milliyetçilik duygularım törpülendi. Tüm insanlar benim için aynı artık. Türküz en büyük biziz yok gibi. Önceden öyle şeyler hissediyordum da, artık yok gibi. Benim için farketmiyor yani Alman, Türk ya da Laos lu doğmuşum. Ama daha özgür bir ülkede doğmak isterdim. Zaten sen seçemiyorsun ki o yüzden doğduğun şeyle övünmek saçma oluyor bana göre.

Benim inandığım bir şey var, çok gezenin çok bildiğinden ziyade, daha çok karşılaştırma yapma şansına sahip olduğundan işinin zor olduğuna inanıyorum. Bu da sanki daha fazla acı çektiriyor. Katılır mısın ? Ben daha çok karşılaştırma şansına sahip oldum, döndükten sonra daha çok üzüldüm. Sen ne dersin ?

Yüzde yüz katılırım. Olay senin resme nasıl, nerden baktığın ile ilgili. Resmin içinde gömülüp gittiğinde hiç bir şey farkından da değilsin. Kafanı kaldırıp uzaktan tüm resimlere ve senin resmine bakma şansın oluyor. Türkiye de doğup büyüyen çoğu insan o kafayı kaldıramıyor. Belli ülkede olan, belli bir hayat tarzı olan insanlar bunu yapabiliyor. Ben bunu yapabilmek için çıkmamıştım yola, fakat böyle bir sonuç doğurdu. Şimdi bazen gömülebiliyorum o resmin içine ama kafamı da kaldırabiliyorum tecrübelerimden dolayı. Türkiye ye döndüğümde de bazı şeylerin daha da farkına varmamı sağladı bu.

Evet sayın Özger Evrekka bu röportaj için kalktı geldi seni okyanus ötesinde buldu 🙂 . Çok takipçiniz oldu dünya turundan sonra. Onlardan başka arkadaşların ve yakın çevren seni merak ediyor, İsmail şu an neler yapıyor diye. Sen ne söylemek istersin onlara, nasıl bir mesaj gider bizim aracılığımızla ?

Benim tanıştığım insanlara, arkadaşlarıma, öğrencilerime herkese empoze etmeye çalıştığım, insanların ne söylediğine kulak asmamak, bu çok önemli. Herkesin içinde farklı biri var ama tekdüze yetiştirilmekten dolayı kalıba sokulmuş ve o kalıbın dışına çıkmaya acayip korkuluyor. O kalıbın dışına en ufak çıkan biri uniqe bir adam oluyor, yaratıcılığı ortaya çıkıyor. O yüzden içlerinin farkına varmaları, kafalarını kaldırmaları lazım insanların. Bunu herkese söylüyorum. Hayatın merkezine işini yerleştirmemelerini, hayatta kalmak için gerçekten zevk aldıkları işi yapmalarını tavsiye ediyorum. İllaki sevdikleri bir şeyler vardır, araştırıp bulup keşfetsinler. Hayatın diğer noktalarından zevk almaları lazım. Sosyal aktiviteler yapmalılar. O zaman zaten hayattan bir şey anlıyorsun. Ne için yaşıyorum sorusunu herkes kendisi araştırsın ve bulsun, peşinden koşsun özetle. Ben bile buldum demiyorum, arayıştayım hala.

İş güç dedin, biz senin bir yazılım uzmanı olduğunu biliyoruz. Şimdi burda İngilizce öğretmenliği yapıyorsun. Nasıl bir şey Japonya da öğretmen olmak ?

Öğretmen olmak için gelmedim aslında buraya. İş için değil de yaşamak için geldim. İş yaşamak için bir araç. Ne yaptığımın bir önemi yoktu. Geldim buraya housekeeping te yaptım mesela. Temizlik yaptım, yatak yaptım. Sonra Kore ye gidip orda çalışmışlığım var kısa bir süre. Barmenlik yaptım, bulaşıkçılık, aşçılık yaptım. Her türlü işi yaptım yaşama tutunmak için. Sonra daha iyi fırsatlar çıktı. Tecrübemi daha rahat kullanabileceğim, daha sosyal olabileceğim İngilizce öğretmenliği çıktı o fırsatı yakaladım. Daha değişik şeyler denemek istiyorum aslında. Yeni şeyler denemek yani, onlar seni hayatta tutuyor. Benimki son derece enteresan bir deneyim oldu. Şimdi öğrencilerimle de daha üretken olduğumu düşünüyorum. Bir şeyler verdiğimi hissediyorum, daha bağlıyım işime severek yapıyorum. Onlar İngilizce konuşmaya başladığında acayip mutlu hissediyorum mesela. Ben sorunu kaçırdım galiba ya. Burada her şey çok rahat. Çocuklarla olmakta enerji veriyor çok keyifli.

Ben aldım sorunun cevabını merak etme 🙂 . Geldik röportajın sonuna. Clara ile sana bu güzel hafta sonu için çok teşekkür ediyoruz. Çok eğlendik ve çok güzel bir ülke gördük. Sizleri de artık en kısa zamanda İstanbul da ağırlamayı umuyoruz.

Eyvallah bizde çok teşekkür ediyoruz buralara geldiğiniz için. Dünya turu sırasında Şangay daki iki haftalık misafirperverliğiniz içinde teşekkür ediyoruz. Kaygısızlar gibi Dinçer de enerji depolayıp, senle Şangay da dışarı çıkmak harikaydı. Tekrar çok teşekkürler.

@Kitakyushu\Fukuoka\Japonya\ 18 Mayıs 2014

 

AŞK BU KAPAĞIN ALTINDA …

Şişeyi açtığında maden suyu kıvamında bir köpürme bekliyordu.. Alışkanlık tabi.. Neden aklı maden suyuna kaymıştı, orası muammaydı….

Günümüz koşullarında aşk farklı bir süreçten geçiyor. Kendi içinde hem evrimleşirken, hem de katır inadıyla devrim yazdırabiliyor statlara.  Aşkın akışı inanılmaz hızlı. Tüketim frekansı çok sık iken, üretim frekansı bir o kadar yavaş. Aslında, hızını iki kat tersine döndürün, ha işte bir o kadar yok olmakta olan bir canlı türü gibi AŞK…

Analitik yaklaşımları kullanarak verilerden inanılmaz çıkarımlar yapabiliyoruz biliyorsunuz. Aşkı algılayabilmek,  şu an ki mevcut konumunu, çok yükseklerden bu yerküreye bakışını, bir nevi secdeye varışını anlayabilmek için, derin gözlemlerden deniz derya çıkarımlar yapılabilir. Mesela, okkalı bir şekilde gövdenizin taşıdığı ana kumanda odasını iyice bir sallasanız, ordan düşen gözlemlerinizi toplayıp bir sepete koysanız neler çıkar neler. Bende böyle bir egsersiz yapmaya çalışacağım bir nevi geri kalan paragraflarda.

Biz aşk böcekleri, patlamış mısır paketi gibi tüketiriz romantik komedi filmlerini. Geçen maksimum 2 saatlik süre zarfında, tam o an aklınızda, yanınızda, belki de yatağınızda olan kişiyle başrolde oynatırsınız kendinizi filmi izlerken. Ama gerçekte bu böylemi, harbiden sahip olduğunuz aşk izlediğiniz filmlerde ki kadar masum mu sizce? Yada sabah kalktığınızda kalbiniz ilk günkü kadar rahat mı, huzurlumu, gururlumu, heyecanlımı ? Neden o izlediğiniz filmlerin tadına hiç ulaşamıyorsunuz ? Nereye kayboldu ? Yoksa Aşk harbiden bir ütopyamı ? Ha s…r yoksa aşık değilmiymişsiniz..

Ben aşkın tanımını şöyle yapıyorum kendimce; Kalbiniz bir lahmacun fırını kadar yanıyorsa, aşıksınız demektir. Zatı alinizde bu yanmayı mutlaka hissetmiştir, yada yaşadığını sanmıştır, yanılmıştır her insan evladı gibi. Fakat, ki istisnalar asla kaideyi bozmuyor, tam randımanlı yanmaya sizce ne zaman ulaştınız, mesela iliklerinize kadar ne zaman hissettiniz desem, ergenliğinizden, ya da gençliğinizden örnekler verirsiniz muhtemelen. Gerçek hayata denilen periyoda balıklama daldıktan sonrakileri tam yanma kategorisine sokmazsınız. Şimdi diyeceksiniz ki hadi canim, hiç öyle değil, ben aşkı hala ilk günkü gibi yaşıyorum, hatta şimdi buldum ya bırakırmıyım, aşkın yaşı yoktur, yürü git lan akşam akşam işim mi yok değilmi. Ama siz büyük Türkiyesiniz bir daha düşünün, bir geriye sarın bakalım kaseti.

Hazır düşünmeye başlamışken, ben biraz işinizi kolaylaştırmayı deneyeyim. Ben aslında başka bir yerde daha görüyorum aşkın dumanını. Nerede mi, etrafımdaki tatlı ihtiyarlarda görüyorum, anne babalarımızda görüyorum, dışarda parkta oturan, metroda hala yer verilmeyen yaşlı insanlarda görüyorum. Nasıl başladığını asla tahmin edemem gerçi çok klasik muhtemelen onların ki, ama sanki mangal ateşi yeniden tutuşmuş, yeniden alev almış tekrar hepsinde. Gençliğinde evden kaçan o aşklar, geri gelip yeniden coşmuş ki tutabilene helal olsun. Alışkanlık mı dersiniz, sabır mı dersiniz, inat mı dersiniz, zorluk mu dersiniz, ne derseniz deyin aşkı evrimleştirip içselleştirmişler bu tonton, 50 üstü dünyayı yeniden keşfeden parallel yapı.

Özetle anlatmaya çalışıyorum ki ey millet, yalanlar aleminde yaşıyorsunuz galiba, bir kendinize gelin. Aşkın A halinde bile olmayan kişiler aşıkmış gibi davranıyorlar. Evlilikleri sıradanlıklara bağladınız. Yapmacık realiteler ile oyunlar oynuyorsunuz. Erişim olanaklarınız arttıkça gözlerinizin fırıldaklığı nobel ödülüne aday olur. Sevgili seçiminizi kartvizite göre yapıyorsunuz. Adaylara felsefi yaklaşıyorsunuz, hep kitaptan soruyorsunuz. Eski sevgilileri temcit pilavı moduna yerleştirmişsinizi sakız gibi çiğniyorsunuz. Kıskançlık odunuyla harlanan şömineyi aşk sanıyorsunuz. Belkide en acısı bu, başkasını hayal ediyorsunuz 18+, prime time kuşağında. Bir kendinize gelin yaw.

Halbuki aşk’ı da basite indirgeseniz her şey çok daha güzel olabilir. Hayatta neden zevk aldığınızın listesini yapsanız, ve bu listeyi yayınlayıp bekleseniz aşk sizi bulacak. Kariyer kavgalarına ara verip, bir akşam aniden, Ümit Besen çalmaya başlayıp eşinizi/sevgilinizi dansa kaldırsanız giden duygular geri gelecek. Amansız var olma ve birbirinize şekil yapma savaşını bırakıp biraz daha değerlerinize odaklansanız kalbiniz yeşerecek. Aşkı ve kıskançlığı birbirinden ayırsanız olacak bu iş. Elde edememeyi aşk sanmasanız, elde ettikten sonra hüsrana uğramayacaksınız. Sabretseniz aşkınız arkadaşınız, arkadaşınız aşkınız olacak. Belkide hayatınız birbirini tekrarlayan tek gecelik aşk lardan biri olmayacak. Geleceğin sizi terkedip gitmiş değil de hala sizi aramaya devam eden ile olacağına daha fazla inansanız, her şey on numara beş yıldız olacak. Gerçekten imkansız mi sizce bunlar, ne diyorsunuz….

Tüm filmlerde şarkılarda geçen aşk bir yerlerde olmalı, aksi takdirde dünya büyük kazık yemekte ve bizlerde üzgünüm ama ihtiyarlayana kadar hepimiz beklemek zorundayız.. 🙂

Kapağın altına uzun süre bakarak bir yudum daha aldı.. Bakmadığı bir orası kalmıştı çünkü….

(Bu yazı bir romantik komedi filminin ardından bir otobüs dolusu insanın yüzlerindeki ifadelerden ve o an beyinden gönderilen e postalardan yola çıkılarak yazılmıştır, ve siz okuyan takipçilerle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur 🙂 )

 

Evren

SÜRDÜR GİTSİN !

Sizce dünyadaki en büyük sorun ne diye sorsam, önce, EKONOMİ, İŞSİZLİK, AÇLIK, DEMOKRASİ, SAVAŞLAR vb. gibi klasik cevaplar verirsiniz..

Ardından, dertliyseniz ki mutlaka vardır olmaz mı, kendinizi dünyanın en bahtsız, en problemli insanı olduğunu düşünür,  gözünüz başka bir şey görmez ve OKUL BİTMİYOR, SEVGİLİMDEN AYRILDIM, BIKTIM ARTIK DAYANAMIYORUM, PARA YETMİYOR gibi dertlerinizi büyük sorun edersiniz. Bir bakıma sizsinizdir canım dünyanın en büyük sorunu.

Aslına bakarsınız pek farkında olmasakta dünyanın en büyük sorunu, sorundan ziyade bir durum. İngilizcede bir kelime yeterli kalmayarak iki kelimenin birleşmesiyle tanımlanmış, herkesin hayatındaki en büyük virüs, SUSTAIN-ABILITY yani SÜRDÜREBİLİRLİK.

the-earth-our-blue-planet-34218Her mavi gezegen bireyi, doğumdan ölüme kadar çeşitli kazanımlara sahip oluyor bir şekilde, ya zengin oluyor, ya yükseliyor mevki ve kariyer yapıyor, ya da maddi durumu kötü olan biri bile öyle bir an geliyor  ki cebine giren nakiti mutluluğa çevirip, değerini bilmeden hızlıca çarçur bile edebiliyor.

Şu fani dünyada, en yolunu kaybetmiş kendinden geçmiş bölgelere bile sukünet ve istikrar bazen uğrayabiliyor.

 

Fakat gel gelelim bu kazanımlar ne kadar yerinde duruyor, ne kadar sizlerle beraber kankanız olarak takılıyor işte gözden kaçan asıl mesele bu. Bence stress denilen illeti, büyük problemlerin ana kaynağı haline getiren, uğrunda verdiğiniz belirsizliklere gömülmüş olan bu savaş. Farlarınız yansada, öyle bir kaplamış ki dünyanızı belirsizlik bulutu, geçmiş olsun birader artık fazla çok kasmasanız da olur.  Soğuk su için üstüne bir bardak diyeceğim ama, içecek su falan da kalmayacak bu gidişle çok yakın zamanda. Aklınız ve inancınız muhalefet edip sizi uyarsa da , o yüce benliğiniz ve çevrenizin etkisinde o kadar kaybolmuşssunuz ki, asıl ev sahibinizin var oldukça sizin de var olacağını tamamen unutuyorsunuz. Kısaca, herşeyden önce,  herkesden önce, o sürdürecek ki varlığını, siz pazar sabahı güzel bir kahvaltı ile güne başlayacaksınız boğazda mesela. Sadece siz değil, sosyal medyada fotolarını sürekli paylaşıp bir yıldız gibi hissetirdiğiniz çocuklarınız ve onlarında arkasında gelecek modern yeniçeri torunlarınızda.

Bizler dengesiz ve saçma saparak birbirimize şekil yapmaya devam ederken, allahtan bu iş için kafa yoran güzel insanlar var bu dünyada. Bu topraklarda doğmasa da, aralarında bir Türk bile var.  Evet sayın takipçilerim, Leyla Acaroglu nun TED teki konuşmasıdır bana bu yazıyı yazdırıp, çakrayı bir kez daha açtıran.  Kendisi bir eko inovatör olarak, yaşam ve ürün döngüleri üzerinde  sürdürülebilirliğe, servis ve ürün bazında yapacağımız dizayn farklılıklarıyla katkıda bulabileceğimize inanan ve bunu gerçekleştiren biri.  Özetle, yaptığımız her bir seçimin tüm sistem üzerinde etkisi oldugunu,  bununda çevresel bir folklor harmonisi olarak tanımlanabileceiğini söylüyor. Üretilen, tüketilen her şeyin doğadan ekstrakte edildiğini ve bu yüzden insan, ürün ve planet üçlüsünün kompleks sistem döngüsü ortaya çıkardığını vurguluyor.

Konuyu daha netleştirmek için (ünivesitedeki uygulama derslerini yanlış anlayan bir nesilin ferdi olarak) gelin onun verdiği bazı örnekler ile mevzuya yakından bakalım.

276428Mesela plastik ya da kağıt poşet mi diye sorsam hepiniz bio bozunurluk özelliğinden dolayı kağıt dersiniz değilmi. Ancak geri dönüşüm ile değerlendirilmeyip, fotoğraflarda gördüğünüz o çöp yığınlarında biriken  kağıtların, oksijensizlikten dolayı metan gazı üretmek zorunda kalarak çevreye 25 kat daha fazla zarar verdiğinin farkında olmazsınız, ilaveten aynı işi görebilmek için 4 kat daha fazla kağıda ihtiyacınız olduğununda. Yandaki manzaraya katkınız tartışılmaz yani.

 

lg-door-in-door

Ya da düğün hazırlıklarının heyecanındasınız diyelim, beyaz eşyanın kralını almak için ilginç diyaloglar yapıyorsunuz kraldan çok kralcılarla. Buzdolabını almışken büyük almak lazım replikleri  yankılanıyor kulaklarda. Bir kez daha düşünün desem saçmalama dersiniz bin kere mi alacağım diyerek. Tam bu noktada istatistikle ufkunuzu biraz açayım. Extra large menülerin ülkesinde alınan yiyeceklerin % 40 ı çöpe gidiyor mesela, neredeyse üretilen tüm yiyeceklerin yarısı. Her yıl 165 milyar dolar savuruyormuş Amerikalılar havaya. Bizde nasil diye sormuyorum, biraz daha iyidir belki, çünkü arkamızdan yiyeceklerin ağlayacağı ve köpeklerin kovalayacağı düşünülürse. Biri büyük buzdolabımı dedi acaba ?

 

bcp_kettle-300x260Başka bir açıdan bakalım. İngiltere de çayın popülerliği malum biliyorsunuz, dolayısıyla ısıtıcılarında. Amma velakin herkes gibi ingilizlerde diğer dünya vatandaşları gibi bir bardak çay için % 65 daha fazla su doldurup kaynattıklarından, harcadıkları ekstra enerji hesaplanarak görülmüş ki nerdeyse bir akşam şehirdeki ışıkları aydınlatmak için lazım olan elektriğe eşit bu israflık. Birileri çıkıp farklı bir inovatif ısıtıcı dizayn ederek, bu sorunu çözse, dünyaya karşı görevini yapıp gereksiz yere kaynak tüketimini önlese süper olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Rahat olun yapan var çok şükür.

 

 

 

ewaste Ghana 4Bu örneklerin içinde beni en çok korkutanı şu zibil gibi çoğalan smart cihazlar. 7 milyar nüfusu olan bir dünyada 6 milyara yakın cihaz kaydı var.  Her yıl 1.5 milyar yeni cihaz üretiliyor. Daha da tehlikelisi bunları zırt pırt değiştirdiğimiz için hurdaya çıktıktan sonraki durumları. Büyük bir kısmının yolu üçünü dünya ülkeleri, özellikle afrikaya doğru düşüyor. İçindeki değerli madenleri geri kazanmak için öyle bir yakıyorlar ki bu cihazları, global ısınma hak getire. Dünya bu konuda da kesinlikle birşeyler yapmalı ve kolaylıkla ayrıştırıp geri kullanabilen cihazlar üzerinde çalışmalı der gibisiniz. Sanırım da yapıcaklar, tabi biz türkler olarak sadece saygı duyup allah razı olsun diyeceğiz. ( Apple başladı bile 🙂 )

Uzatmadan sadede gelme vakti..

Bu kadar sarsıntılı örnek sürdürebilirliğin içimizde, hayatın her alanında, her anında her projemizde, olduğunu kanımıza kadar hissettiriyor.

Herşey elimizde millet. Bu dünyada topu topu kaç kişiyiz ki canım hallederiz değilmi.

Durmak yok, çocuk yapmaya ve kaynakları tüketmeye devam 🙂

growth

Sürdürülebilir bir mutluluğunuz olması dileğiyle….

İlginizi çekerse diyerekten :

www.ted.com/talks/leyla_acaroglu_paper_beats_plastic_how_to_rethink_environmental_folklore     

Başka Türlü bİr “Özcan Bostancı”

photo

Evrekka ilk All Stars röportajı..

Başka türlü starlardan biriyleee..

Onlara mutlaka rastlamışssınızdır TV lerde, gazetelerde, TEDxReset sunumlarında bir yerlerde. Mutlaka iç geçirmişsinizdir, ulan heriflere helal olsun, ben hayal ettim onlar gerçekleştirdi vay anasını diye…

Bendenizde ekranlarınızın ayarlarıyla oynamanıza gerek kalmadan şimdilik bir tanesini karşınıza getiriyorum sorgulu sualli, keyfini çıkarın.  

Başlamadan, Hala , yok bu adamları ilk defa duydum,  ya nasıl kaçırmışım diyorsanız, öncesinde www.baskaturlubirsey.com takılın, sonra geri dönün 🙂 

 

 

Onlar harbiden başka türlü birşey. Kımıl zararlıları Eko Türk varolan sistemine. T-shirtlerini giyip yola çıktıklarında, hikayelerine, yolculuklarına bundan daha güzel bir isim bulamazlardı herhalde….Benim onlarla hikayem Şangay da bir kahvaltı masasında başlayıp , Bangkok, Istanbul üçgeninde (Japonca geliyo kulağıma bir yerlerden ama 🙂 ), dostluğa dönüşüp devam ediyor.

Şimdi birisi huzurda, diğeri nerde derseniz, yakında saklandığı delikten çıkarıp sizlerin huzuruna getireceğim. Dünyanın neresinde olsa bulacağımi, inatım inat 🙂

Sayın Bostancı, şöyle uzaklara dal bakalım en çok hangi ülke, şehir, mekan için iç geçiriyosun ? Off ulan off , burnumda tüttü be diyorsun ?

Bolivyadaki Uyuni Gölü, Uyuni ya. Çok güzel bir doğası var hiç bu dünyaya ait değil gibi. Gidiyorsun bembeyaz bir tuz gölü, sadece üzerinde 1,5 cm su var. Çıktığın anda sanki böyle uzaydamışssın gibi, gökyüzünde uçuyormuş gibi sanıyorsun kendini. Zaten Güney Amerikanın genel doğası çok güzel. Aklıma sürekli geliyor, oraya tekrar gitmek ve görmek en kısa zamanda çok istiyorum valla.

– Hayat değişti tabi döndükten sonra ? Bırakalım size kazandırdıklarınıda, ne kaybettirdi bu meret size ya, hiçmi yan etkisi olmadı ?

Kesinlikle oldu. Şöyle bir şey oldu, tekrar kariyerime devam etmeye kalkınca, zamanında beraber çalıştığım arkadaşlarımdan geride kaldığımı farkettim. İster istemez aradaki bir yılda bir şeyler değişmiş. Birileri promosyon almış başka şirkete geçmiş. O bir sene bende kayıp olduğu için geriden başladım döndüğümde sektöre. Ha bu beni çok etkiledimi, üzdümü dersen tabiki hayır, yine olsa yine aynı şekilde çıkarım.

– Herhangi bir şey kaybettirmedi yani ?

Hmm aslında o dönemde kız arkadaşımdan ayrılmıştım. O sayılabilir mesela. Sonrasında onu özlediğimi hissettim. Tabi o durumda dünya turunu seçmek daha çekiciydi. O zaman için doğru karardı, ama şimdi dönüp baktığımda her tercih bir vazgeçiş. Ama pişmanlık yaratmıyor, sadece yaptığım tercihin sonucu.

– Yolculuğa çıkmadan önce İsmail ile birbirinizi çok gazladınız . Peki İsmail dışında çok özel bir teşekkürü hak eden biri varmı? Kim sizi en çok destekledi sence ?

Açıkçası çok isim var. İstanbuldan arkadaşlarımız. Gittiğimiz yerdeki arkadaşlarımız, pek çok insan bize destek vardı ama, bunların arasında en özel teşekkür kime dersen ailelerimize gider kesin, özellikle anneme ve babama. Onların bize hem maddi hem manevi desteği, artıları olmasaydı böyle bir seyahat belki imkansız olurdu. İsmail olmasa bu seyahat zaten olmazdı ama, anne ve baba da bu konuda çok özel teşekkürü hak ediyorlar.

– Türkiyede bu tarz aile yapısı ile karşılaşmak çok çok nadirdir, o yüzden şanslısınız diye düşünüyorum ben.

Kesinlikle. Normal aileler, oğlum işin var gücün var, evin var araban var, neyi bırakıp nereye gidiyorsun tepkisi gösterirken, benimkiler önce bir şaşırdılar. Sonra, sen mutlu olcaksan git dediler. Biz seni hep destekleyeceğiz dediler ve hala da desteklemeye devam ediyorlar. Çok özel bir şey benim için bu.

Burdan çıktınız çantalar sırtta, gümrüğü geçtin biniyorsun uçağa, hangi şarkı çalıyordu ipod ta ?

Ooo çok güzel soru. Bunu hatırlamıyorum yaa.Çok güzel soruda hatırlamıyorum, hiç düşünmemişim. Dur bakayım, zorlarsam hatırlarım belki.

Çok hatırlamıyorsan böyle aklında kalan şarkılar vardır mutlaka size eşlik eden yol boyunca ?

Tabi var. Türkçe şarkı mesela Manganın “Cevapsız sorular”ı var. Onun dışında komik ama İbrahim Erkal dinlerdik. Bir kaç tane şarkısı vardı, “Çare gelmez” onu dinlerdik mesela. Birde Mumford&Sons var tabi. Ben Interpol çok dinlerdim. Ama hangi şarkı vardı dersen hmmm, şimdi buldum. Pixies in “Where is my mind” vardı, o çalıyordu ya.

Şimdi onu bunu bırakalımda hiç aynı kıza yazdınız mı, aynı kız size yazdı mı ? Tartışma oldumu bir hatun için ?

Tartışma olmadı. Çünkü İsmail ile paylaşmıştık aslında.

Nasıl ya bir mekanda karşılaştığınızda paylaşıyormuydunuz hatunları, klasik Türk muhabbetimi yaptınız ?

Biz Çine girdiğimiz andan itibaren, yani yolculuğun 2. ayından itibaren hatunları bölüştük zaten. Şöyle ki, uzak doğulu kızlar İsmailin idi, Çinli, Japon Koreli. Öncelik İsmailin idi en azından. Geri kalan Avrupalılar, işte kim varsa benimdi.

Hatun sözleşmesi yaptınız yani bir nevi.

Tabi tabi. Hatta bizim öyle bir emalimiz var İsmail ile. Şey diye, eğer ben bu kız bu kızı tavlarsam, şu kız İsmailin olacaktır. Onun için hak etmeyeceğim, şöyle olmayacak, böyle olmayacak diye bir email var aramızda.

Süpermiş 🙂 . Peki nerede kendinizi kral nerede kendinizi çok boktan hissettiniz ?

A çok güzel bir soru bu da. Kral Çin de. Çünkü herkesin müthiş ilgisi vardı. Barlara gidiyoruz herkes bize bira ısmarlıyordu. Hiç elimizi cebimize atmıyorduk. Her gittiğimiz yerde insanlar kadeh kaldırıyor, bir şeyler ikram ediyorlardı.Hakikatten kral gibiydik. Kızların ilgisi keza. Çok boktan hisettiğim Hindistan Bombay Tren istasyonu, çantamızı çaldırdığımız akşam. O kadar kötü bir akşam olamaz yani. Hakikatten hayatımızın en zor anlarından biriydi. Biz 3 gün tren istasyonunda yattık. Beklemek çok kötüydü. Paramız yok, kimliğimiz yok, tren istasyonunda yatıyoruz, kimse bizi almıyor, her tarafta fareler. Artık ne zaman bitecek diye yalvarıyorduk. Nefret etmiştik.

Hiç böyle buralara dönmemek aklınızın ucundan geçtimi, yani bu kadar gezdikten sonra yurt dışında kalalım, buralarda hayat kuralım dediğin oldumu ?

Benim kendi adıma dönmek hep vardı.Çünkü aile burda, arkadaşlar burda buraya bağımlılığım var zaten. Dünya turunda şeyi çok konuştuk ama. İşte burası yaşanır şehir, burası yaşanmaz gibi ayrımlar yaptık. Mesela Seoul, Singapur çok yaşanır bulduk. Ama benim için en azında her seferinde dönmek vardı, döneceğim diyordum.Yani, ilerde gelir burada yaşarım dediğim oldu ama, dünya turu sırasında çat burda kalıyım, ömrümü burda sürdüreyim dediğim olmadı hiç.

Peki derler ya hep bu tarz yolculuklar, harbiden insanın içinde başka yolculuklar çıkartıyormu, gerçekten böyle bir şey oluyormu ?

Oluyor. Şöyle bir şey oluyo Evren aslında. Kendini değerlendirmeyi başarabilirsen, yolculuğun önünde ve sonrasında iki farklı kişi olduğunu görüyorsun. Birinde sadece bir cesaret parçasıyla yola çıkarken, döndüğünde birde bakıyorsun ki alsında hayatında engel diye bir şey yok, her şeyi yapabilirim diyorsun. Az önce verdiğim örnekten anlatayım. Mesela Bombay da parasız, pulsuz, kimliksiz çıkıp tekrar hayatımıza devam ettiysek, diyorsunki her şeyi yaparız, bizi kimse durduramaz. Bunun gibi pek çok örnek oldu aslında. Pek çok zirve noktamız oldu. Gittik Evereste çıktık.  Ben mesela motor kullanmayı bilmeyen bir adamdım, motor kiraladığımız gibi 1000 km yaptık. Dünya turunu en büyük farklılığı bu oldu aslında, kendine güvenince her şeyi yapabilmek. Özgüven ve vizyon çok önemli.

O kadar yer gezdiniz, kültür gördünüz, Türkiye nerde oynar bu ligte yani genel anlamda bir değerlendirme, sadece ekonomik değil. Super lig, PTT, Amatör neresi ?

Şimdi şöyle söyleyeyim. Biz çocukluğumuzdan beri, Türkiye cennet vatan, İstanbul gibi şehir dünyada yok, şöyle harika böyle mükemmel. Yani Türkiyenin çok güzel olduğu, İstanbulun güzel olduğu kesinlikle doğru. Bu şey anlamına gelmiyor, dünyada en az istanbul kadar güzel pek çok yer var.  Pek çok ülke vatandaşıda insan gibi yaşıyor, o çok önemli. Yani bir Japonyayı, sende gördün bir çok yer biliyorsun zaten, Koreyi Singapuru ne bileyim Avrupayı görünce ne kadar insan gibi yaşıyorlar diyorsun. Mesela bir örnek anlatayım. Biz 4 tane Japon kızla Hindistanda tanıştık, oturuyoruz bir yerde. Kızların biri Iphone nu bırakıp kalkıp gitti, tuvalete bir yere gitti. Hindistan tehlikeli bir yer zaten. Dedim ki kıza bırakma eşyalarını alırlar. Ne dedi biliyormusun, benim olan eşyayı kim niye alır ki. Aslında ne kadar mantıklı ama bu kıza onu anlatamıyorsun. Biz kötü olana alışmışız, onlar güzel olana alışmış. Soruna gelince nerde oynarız dersen, PTT ile amatörün arasında oluruz, PTT de kalır amatöre düşmeme mücadelesi veririz.

Hangi mutfak, hangi yemek ilk aklına geliyor peki ?

Abi direk Japon mutfağı, spesifik olarakta Sushi ve Okonomiyaki, çok hoş.

Karşılaştığınız vatandaşlarımız, girişimcilerimiz mutlaka oldu, bunların arasında sizi hikayesiyle en çok şaşırtan kimdi, neden dumura uğrattı sizi?

Yeni Delhide Cafe de oturuyoruz İsmaille. Hintli olmadığı belli birisi bize bakıyor. Tabi merhaba merhaba. Adam Kastamonu Cide li kristal ustası. Eminönünde yaptığı kristalleri bir bavula doldurmuş 15-20 bin TL lik malzemeyi, Hindistan gibi bir coğrafyada ülkenin dört bir tarafında gezerek fuarlarda satmış. Ve kazandığı paralarla Türkiyeye dönüp öğrendiği bazı modelleri yaparak geri gelecek tekrar. Benim aklımdan 40 gün düşünsem gelmez. Bizde övünüyoruz kendimizle üniversite mezunuyuz falan diye, kendisi ilkokul mezunu. O adamı görünce diyorsun ki, Vizyon mu, hangimizin vizyonu daha geniş acaba.

Hangi dili daha çok sevdin, sounds cool ?

Ben İspanyolcayı çok seviyorum, hep bana keyifli gelir. Ama, kulağa yatkın olan bir dil dersen Japonca çok güzel bir dil. Böyle tepkileri aksanları çok hoş, kulağa hoş gelen bir dil. Tam tersine moğolca da o kadar kaba bir dil. Insalar kötü tabirle, teşbihte hata olmaz, böğürüyorlar böyle.  

Aslanım şöhret seni şımarttımı şöhret, bir de bakayım ?

Şımarttı şımartmazmı ya, kesin şımarttı. Bence mütevazılığı koruduk, ama kendimize karşı biraz şımardık. İnsanlara şımarıklık yapmadık hiç bir zaman. Ama kendi hayatına, kendi beklentilerine göre şey yapıyorsun, Dünyayı gezdik geldik, o kadar televiyonlara çıktık, yaptığımız şeye bak arkadaş. Hani şımarıklıkta olsa kendine oluyor.Oysa şeye dönmek lazım, çok güzel gezdik tozduk ama, ona rağmen çok güzel hayatlarımız yok ne olursa olsun bence. Bunu böyle neler yaptım şu halime bak moduna getirmemek lazım hiç bir zaman.         

– Evet son olarakk, bu gençler sizlere hastalar, hayranınızlar, Rol modelsiniz bir nevi, Varmı bir mesaj ?

Yani, şimdi insanlara bunu söylemeyi çok seviyorum, doğruda buluyorum. Çok klişedir ama hani, kendinize inanın, hayatta engel yoktur. Ben bunun doğruluğuna inanmazdım, ama şöyle doğruluğu var. Bir şeyi isteyen insan için hakikatten engel yok.Yani şu olmak istiyorum, bu olmak istiyorum, dünyayı gezmek istiyorum bir sürü şey. Bir şeyi çok istersen, bahane bulmuyorsun ve tüm bahaneleri aşıyorsun. Para de, iş de, statü de ne dersen de. Ama kendine inanırsan önünde durabilecek engel yok.

– Çok teşekkürler Özcanım, röportaj, dostluğun ve güzel ruhun için.

Bende çok teşekkür ederim.

SAVE YOUR LIFE

İş ile özel hayat nasıl birbirine karıştırılır derseniz buyurup burdan yakabilirsiniz 🙂

Hepimiz farklı uzmanlıklarda dünyaya ve kendimize deger katıyoruz. Bendeniz, B2B ( Gavurların, Business to Business dedikleri alanda pazarlama isi yapmaktayim . İlginç bir sektörde, fonksiyonel bir ürünü dünyanın her yerine pazarlamak icin uğraşıyorum, çabalıyorum.

Bizde kanun gibi uygulanan en temel araç, bilen bilir 4P (marketing mix). Yani Product (Ürün), Place (Yer), Price (Fiyat) ve Promotion (Promosyon). Amma velakin, uzun zamandır bir eksiklik olduğunu düşünmüyor değildim bu yaklaşımda. Dışardaki kanlı rekabette ve değişim hızında, sanki gözden geçirme zamanıydı 4P yi.  Uygulanması gerektiğine inandıgım tekniği tanımlamak için 4P öok yetersiz kalmaktaydı sanki.

Tam bu noktada imdadıma bir makale hızır gibi yetişti. Harvard Business Review Ocak-Subat 2013 sayısında, 4P nin yeniden yorumlamıştı  üstatlar, SAVE olarak. ( “ Rethinking the 4Ps” Richard Ettenson, Eduardo Conrado, Jonathan Knowledges, HBR, January February 2013)

SAVE

 

Özetle diyordu ki bu ekip, Product (ürün yerine) Solution (Çözüm), Place (Yer) yerine, Access (Erişim), Price (Fiyat) yerine, Value (Değer) ve Promotion (Promosyon) yerine Education (Eğitim). Yani müşterilerinizde ürününüzden çok, problemlerine ve onların çözümlerine odaklanmalısınız. Nerede bulunmanız gerektiğinden ziyade, doğru kanalları tanımlayıp, onlara erişmenin yolunu bulmalısınız. Ürününüzün fiyatını haklı çıkarmak için uğraşmak yerine müşteriye kattığınız değeri ve faydalarını iyi anlatmalısınız. Promosyondan ziyade eğitime odaklanıp, onlara gerekli bilgileri vererek, hatta eğiterek ürününüzü daha iyi tanıtmalı ve pazarlamalısınız.

Simdi ee diyorsunuz, ya bu herif  burdan nereye bağlayacak bakalim olayi. Arkadaş bu blog ta yakında çöp.com olur dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Şimdi gelin bu noktada bir durup yönümüzü tamamen farklı bir noktaya çevirelim, kendi hayatlarımıza . Bir düşünün, gün içerisinde iş yada özel çevreden kaç kişiyle iletişim kuruyorsunuz? Bunların kaç tanesi yakın arkadaşlarınız, kaçı yakın dostunuz ?

İşiniz sayesinde hayatınıza girmiş kişilerle sosyal hayatta ne kadar görüşüyorsunuz, yada görüşüyormusunuz ki. Şu aralar çevrenizin daraldığından, sürekli aynı insanlar olduğundan mı şikayet etmeye başladınız?  Ya da özel hayatınızda, bazılarınız hala doğru kadın/adam/ilişki yi bulamadığından ve bunun çok seçici davranmanızdan kaynaklandığını söyleyen yorumlardan mı şikayetçi ?

Çoğumuz aşağıdaki döngüdeki, A şahsı gibi farkında olmasada bir grubun içerisindeyiz ve yarattığımız bu comfort zone da kendimizi tekrarlayip duruyoruz. Aynı anda, nadiren görüştüğümüz, yakın arkadaş grubumuzda olmayan diğer bir arkadaşımızda (B şahsı oluyor kendisi) muhtemelen kendi grubunun içinde yuvarlanıp gidiyor, ve böyle daha nice döngü içerisinde devam ediyoruz hayatlarımıza.

Slide1

Bu şekilde hayatınıza devam ederken sıkıntısını çektiğiniz ama tamda adlandıramadığınız bir şey var, o da şu; sizi kariyerinizde doğru işe ya da pozisyona yönlendirebilecek, referans olabilecek, ortak hobilerinizi, düşüncelerinizi leb demeden kavrayıp, belki de ruhunuzu 4. boyuta taşıyacak kişiler dışarlarda bir yerlerde. Bu muhterem zaatlara erişiminiz (Access) bu şekilde devam ettiği sürece çok zor. Onların sayesinde şu an ki sorunlarınızın çözümleride (Solution) zorlaşıyor. Kişisel değeriniz (Value) doğru yerlere doğru şekilde aktarılmadığı için yerinde sayıyor ve bu canınızı haddinden sıkabiliyor.

Gördüğünüz gibi B2B pazarlamadan yola çıkarak  kişisel pazarlamaya ve onun sizin hayatınızda ne kadar önemli olduğuna bir anda geliverdik. Tabiri caizse,  kendi değerinizi iyi aktarabilme yani pazarlayabilme ve bu sayede hak ettiğiniz özel ve iş hayatınızdaki başari ve mutluluklara ulaşabilme sanırım doğru stratejilerle mümkün. Bunun günümüz koşullarında ve Türkiye gibi insan odakli  olmayan bir ülkede ne kadar zor olduğunun çok net farkındayım. Ama biraz odaklanınca doğru adımlarla, yaşadığımız tüm sorunları, basit yaklaşımlarla çözebiliriz. Her birimiz hayatımızda daha iyi olmak için ufak tefek kurtarma operasyonları yapabiliriz.

Neler mi yapabiliriz ,  örneğin erişim kanallarımızı arttırabiliriz. Daha fazla arkadaşımızı organizasyonlaramıza dahil ederek grubumuzu genişletebiliriz. Farklı, gruplardaki aktivitelere katılabiliriz. Hobilerimiz ile ilgili paylaşım gruplarına dahil olabiliriz. Kısaca  networkümüzü (Ağ) genişletebiliriz. Etrafimızdaki insanların sorunlarına biraz daha fazla odaklanıp, onları çözmelerine yardımcı olmaya çalışabiliriz. İnanın, bunların kendi problemlerinizin çözümüne ne kadar yardımcı olacağının farkında bile değiliz .

Artık değerinizi çok iyi analiz etme zamani geldi geçiyor bile.  Kendinizi sakın küçümsemeyin ve ne yapıp edip, çevrenizdeki insanlara değerinizi doğru aktarın. Bu yolda en onemli şey ne derseniz, tabi ki  Eğitim. Kendinizi geliştirmek ve farkındalık yaratmak için elinizden ne geliyorsa yapmalısınız. Sizler geliştikçe çevrenizin de bundan yeterince sebeplendiğini zaten göreceksiniz. Bu süreçte devamlı etraf ve eşrafınızdan  geri bildirimler almayı, ve bu  fikirleri iyi analiz etmeyi de yaptığınız işin doğruluğunu anlama  açısından pas geçmemelisiniz.

B2B endüstrisi için kullanılan araçlar, kişisel hayatımızada farklı bakış açıları getirebiliyormuş valla.

İç içe geçmiş ilginç bir dünyadayız hakikatten. Ne dersiniz ?

Unutmayın sizde bir nevi kendinizin cankurtaranısınız.

Always SAVE YOUR LIFE…

Evren

Malezyanın bİr İlçesİ, “Langkawi”

2012 yazında gittiğim güzel bir Malezya adası Langkawi. Co-blogger olarak kardeş site www.sangayrehberi.com da yayınlamıştım ilk olarak. Şimdide sizlerin beğenisine sunuyorum. Dinçer Mola ya, Şangayın bir numarasına bir kez daha teşekkürlerimle  ( Kendisi çok yakında burada, beni izlemeye devam edin 🙂 )

Herşey CNN deki “Malaysia Truly Asia” sloganıyla başladı aslında. İnsanı biraz  merakta dürtmüyor değil.  Asyadaki ziyaret ettiğim bilimum lokasyondan sonra sakin, güzel plajları olan sessiz tropik bir ada ararken Langkawi rotama giriverdi. Aslında Malezya adalarından “Perhentian” adasına odaklanmistim, CNN dünyanın en iyi plajlari listesinde (http://edition.cnn.com/2013/05/28/travel/100-best-beaches/index.html ) 23. sırada yer almasından dolayı. Fakat, ulaşımın meşakkatli olması, adanın altyapısının, bizim gibi rahatlık arayan birilerine pekte çekici gelmemesinden dolayı yönümüzü 49. sıradakı lokasyona çevirdik ve böylelikle  Langkawi ın popüler bir  resort adası olduğunu öğrenip keşfetmiş olduk.

Langkawi, Malezyanin kuzey batı kıyılarına 30 km uzaklıkta, Andaman denizinde, 104 tane irili ufaklı adadan oluşan, 2007 de Unesco tarafından Geopark ilan edilen bir takımada. Normalde nüfusunun 100.000 civarında olduğunu söylüyor taksici Abdül, yerel bilgi kaynagim. 2009 da 2.4 milyon turistinde adayı ziyaret ettiğini belirtmeden geçmiyor kendisi. Normalde sezon Kasım ayında başlayip Ocak, Mart, bilemedin Nisana kadar devam ediyor.  Lokal turistin yanında, Asya ağırlıklı, dil ve din avantajından dolayı özellikle Endonezya, Rusya ve Avrupa ülkeleri ana ziyaretçileri. Rusyadan kış zamanı direk Langkawi ya charter uçuşlar varmış mesela. Avrupalılarında Agustos ayında baslayan tatillerinde Adaya akın ediceklerini belirtti Abdül. Biz gittigimizde  Ramazan ayı başlamıştı ve inanılmaz sakin bir ada bizi karşıladı. Ramazanın tek negatif yanı yerel halkın gündüz işletmelerini açmamaları.  Ayrıca bazı aktivitilerde sıkıntı olabiliyor kişi sayısının yetersizliğinden ve bakım ve renovasyon çalışmalarından dolayı.  Hava açısından, sezon haricinde  bölge her ne kadar yağmurdan kaçamasa da, Langkawi ın iklimi biraz daha ılıman. Güneşi bir şekilde yakalıyorsunuz. Bulunduğum sürede, sadece 1 gün yağmur etkisini gösterdi, oda maksimum 4 saat.

Ulaşım Şangaydan, Pudong–Kuala Lumpur-Langkawi (‘Malaysia Airlines‘). Ya da Hangzhou dan ‘Air Asia‘ ile önceden aldığınız  takdirde çok cüzzi bir fiyata Hangzhou-Kuala Lumpur-Langkawi rotasi en yakın alternatifler . İstanbuldan, THY nin Malaysia Airlines ile ortak uçuşu ile direk Kuala Lumpur ve oradan iç hatlar ile Langkawi. Yanlız, Malaysia Airlines sitesinden biletinizi almanızı tavsiye ederim , farki göreceksiniz. Ayrıca ‘Qatar Airways‘ ile Doha üzerinden 2 aktarma ile de uçabilirsiniz uzun bir tatil planlıyorsanız.

Langkawi Malay dilinde “Kızıl Kartal” demek. Bunun ne anlama geldigini “Eagle Square” deki devasa heykeli görünce yada, kartal beslemeye gittiğinizde 🙂 anlayacaksınız. Beşiktaşa gönül verenler daha farklı hissedebilirler bu aktivite esnasında.  Adada yaklaşık 10 tane plaj var. Bunların bazılarında belirli kısımlar otellere tahsis edilmiş. En meşhuru Tanjung Rhu, yarısı halka açık bir plaj. En haraketlisi ise Pantai Cenang. Pantai Cenang 18 km uzunluğunda adanın en canlı plaji. Sadece burada su sporlarini yapabiliyorsunuz. Konaklama araçları, Hostel, Motel, Yurt, Hotel, Kiralık Bungalow ve kabinler (www.thecabin.com.my ). Resort hotellerin tek avantaji yüzme havuzları ve açık büfe kahvaltıları. Eğer bana plaj yeter, benim olayım macera aktivite diyorsaniz çok masraf yapmadan bunu gerçekleştirebilirsiniz. Pantai Cenang ın en büyük özelliği yürüme mesafesinde farklı restoranlara ulaşım kolaylığı. Diğer plajlarda konaklarsanız bu lükse sahip değilsiniz,  otelde yemek zorundasınız  ki pahalı olur, yada  taksiyle ulaşım sağlayarak yeme-içme sorununu halledebilirsiniz. Yemek konusunda benim tavsiyem tamamen deniz ürünü ağırlıklı bir tatil geçirmeniz, pişman olmayacaksınız, inanılmaz lezzetli balıklar ve karides ve yengeçler sizi bekliyor, fiyatlarda gayet uygun İstanbulun, Şangayın yarı fiyatı, bazı yerlerde yarıdan da az hatta. Özellikle Pentai Cenang caddesindeki “Orchid Rya” deniz ürünleri restoranınının. Levrek ve Mercan balığını, ve ızgara karides çeşitlerini tavsiye ederim. Sebze olarakta “ Kano Kong Sambal Belacan”  acıda seviyorsanız ki hiç pişman olmayacaksınız :). Birde Kuah bolgesindeki “Thai Town” restoranı, Tayland mutfağı için güzel bir mekan. 2 tanede Türk restoranı mevcut (Askhim  Restaurant ve Turkish Restaurant).

Hotellere gelince, eğer balayı çiftiyseniz o zaman Four Season, Sheraton, Andaman Langkawi, Lagoon Langkawi gibi hoteller sizler için doğru adrestir derim. Ben Pantai  Cenangta “ Meritus Pelangi Beach Resort “ ta konakladim. Odalar biraz eski ama renovasyon başlamıstı, sanırım Ramazan sonuna tamamlanmış olur. Ayrıca Casa del Mar hoteli de deneyebilirsiniz, çok popüler bir yer. Diğer alternatifler için Agoda.com ve özellikle tripadvisor siteleri en dogru araç. Ada da yapacağınız aktiviteler sınırsız burada zamanım yetmeyebilir yazmaya. Bu konuda size yardım edebilecek sayısız turizm acentası var, ve fiyatlar hepsinde aynı, bir kandırma söz konusu değil. Neler mi yapabiliriz sorusuna gelince; Payar adasında mercan kayalıklarında yavru köpek balıklarıyla yüzme ( merak etmeyin tehlikesiz 🙂 kurallara uyduğunuz sürece, özellikle çocuklar için inanılmaz bir tecrübe, balıklar kıyıya kadar geliyorlar 🙂 ), kartal besleme (çok ilginç olabilir), Maymunlarıda unutmayalim ( Aman dikkat, her an bir şeyinizi çalabilirler, yolda duran maymunlari durup sakın beslemeyin), Okyanus balıkçılığı, Timsahların keşfi, Mangrove nehir safarisi, Kuş gözlemi gibi doğa turları, kano, Su sporlari, cable car (http://www.panoramalangkawi.com/), yat turları, gun batımında güzel bir yatta aksam yemeği (Yeni evlenenler için), Malezya stili masaj(www.alunalunspa.com ), Underwater world akvaryum (www.underwaterworldlangkawi.com.my) ve bir sayamadığım diğerleri. Bunlari kombine edilebilir yada hazır olan paketleri satın alabilirsiniz. Ayrıca günü birlik  yakındaki  Tayland adalarına feribot ile gidebilirsiniz. Eğer gitmeden önce detaya inip yardim almak istiyorsanız yerel bir turizm acentası işleten Mohd Syarafuddin’e yazabilirsiniz, yardımcı olacaktır. (prolinktravel@ymail.com sanırım hala ordadır 🙂 ).

Ada içinde ulaşıma gelince, taksiler en önemli araçlar. Gidebileceğiniz her noktaya tarifeler yönetim tarafından belirlenmiş ve  gayet uygun, taksimetre derdiniz yok yani ( En uzun mesafe 30 TL olur). Araç ve motor kiralamak için fiyatlar da çok iyi . Günlük 10 TL ya motorsiklet, 40 TL ya araç kiralayabilirsiniz. Tek sorun trafiğin soldan işlemesi.

Uzun oldu biraz ama. Langkawi, Sabah adası ve Malezyanin 40 yakın diğer marine parkları, Bodrum, Çeşme gibi yerlerde kendini boğuluyor gibi hissedenler için harika bir tecrübe olacaktır. Sizlere tavsiyem Malezya, Tayland gibi ülkeler için tatil planı yaparken vize olmamasından dolayı  tüm programı kendiniz yapmanız. Eğer uçak biletlerini de uygun fiyata ayarlarsanız harika bir tatil sizleri bekliyor olacak, zevkini çıkarmanız dileğiyle.

Evren