Girişimciliğin güzelliğini, faydalarını, onu oluşturan organizmaları hala anlamak için uğraşıp içselleştirmeye çalışırken bizler buralarda, silikon vadisinde hiper büyüme ile “unicorn” rütbesine nail olmuş, risk sermayedarlarına karşı hala şirketinin başında kalmayı başarmış çoğu kurucu yıldızın, masalarındaki artan yönetim sorunlarına bakarken aklında tek bir soru var;
“ Büyük şirketleri sevmediğim için girişimci olmuş biriyim, ama neden şimdi onlardan bir tane daha yaratıyorum? !! “
Büyümenin getirdiği farklı dinamikler ile beraber, kendilerini aniden sahip oldukları tutkulu girişimcilik kültürünün dışında , onlarca fonksiyon, iş tanımı, müşteri şikayeti, yavaşlayan büyüme rakamları, bit-e-meyen projeler, dağ gibi büyüyen organizasyonel sorunlar içerisinde debeleyen bu start-up CEO ları, eski ruhlarını geri çağırma seansları düzenliyorlar bu aralar oralarda. Peki oralardan baktığımzıda buralarda durum nasıl sizce?
Aslında her Türk girişimci doğar, tek hemfikir olduğumuz konu bu olabilir :). Davranış patternlerine baktığınızda çoğumuzdan benzer izler aşikar. Bu tarihsel ve kalıtsal gerçeğe rağmen, ülke olarak henüz çok yeni girişimcilik ekosistemi oluşturmaya uğraşıyoruz. Bazı öncü ve idealist girişimler sayesinde, tutkulu yeni jenerasyonlarımızla bu açığı kapatmak için çabalıyor, inovasyon kültürünü ve transformasyonunu doğru özümsemeye çalışıp, (yeterliliği sorgulansa da), girişimcilerin önünü açmak için koşturuyoruz. Bizim gibi gelişme evresini daha henüz tamamlamış ülkelerde ekmek hala portfolyo holdingleri, azı kurumsallaşmış, çoğu kurumsallaşmaya çalışan büyük ve küçük onlarca aile ve şahıs şirketleri üzerinden kazanılıyor. Tüm sektörlerimiz çoğunlukla katma değeri az olan ürün ve sevisler yaratarak sürdürmeye çalışıyor varlıklarını, çalışanları da aynı şekilde. Peki bu tarz, doğu kültürünün de etkisi ile çıkar, politika ve modası geçmiş yönetim sistemleri ile idare edilen şirketlerin oluşturduğu ekosistemden, hızlıca girişimcilik çağına geçiş yapmakmümkün mü ? En iyi fikirleri bulsak ta, doğru metotları ve yaklaşımları uygulayıp realize etsek te hala treni yakalamamız ne kadar olası? Tüm bu sorular kafamı kurcalarken, girişimcilik aleminde ölümüne desteklediğim, önerdiklerinin altına gözü kapalı imza atacağım nadir kişilerden, bu dünyanın kutsal metotlarından “Lean Startup”’ın yaratıcısı Erik Ries yeni kitabı “Startup Way” de hızır gibi yardımıma yetiştiyor. Yazının girişinde bahsettiğim zorda olan tüm bu girişimciler ve girişimcilik akımının tutkunlarına, yeni dünyayı ancak yeni bir yönetim felsefesi ile değiştirebileceğimizi ilan ediyor .
Ries kitabında, General Motors’da 1961’de Alfred Sloan tarafından temelleri atılan klasik yönetim anlayışının, oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda artık modernleşmesi gerektiğini ve kaçınılmaz transformasyonun nasıl gerçekleştirebileceğini, faz faz anlatarak bir yol haritası ile şekillendiriyor. İnovasyon muhasebesi gibi yeni tanımlarla, girişimciliğin en büyük baş ağrısı “hesap verme zorunluluğu” için gösteriş ve politikadan uzak doğru metrikler ve ödül sistemleri nasıl yaratılır onu gösteriyor. Kısaca, harika bir girişim de olsanız, büyüyüp gerçeklerle yüzleştiğinizde köklerinizi ve tutkunuzu korumak için girişimciliği nasıl fonksiyonlaştırmanız gerektiğini ve bu kayıp fonksiyonun liderliğinde, girişimcilik virüsünü yayarak DNA’nızı değiştirmek zorunda olduğunuzu haykırırken, modern evreye geçişin artık elzem olduğunu vurguluyor. (Aşağıdaki karşılaştırmalı teşhislerine bakarak ne demek istediğini çok iyi anlayabilirsiniz. Bazıları size çok tanıdık gelebilir :)).
Erik Ries bu yaklaşımlar ve önerilerle dejavu etkisi yaratırken, yeniden bir aydınlanmaya da neden oluyor ben de. Yıllardır kurumsal girişimcilik üzerine kafa yoran biri olarak yaptığım araştırma, gözlem ve tecrübelerden ifade etmek sitediklerimle bire bir örtüşüyor. Bu felsefenin sadece yeni nesil teknolojik girişimler, girişimciler için değil, varolan kurumsal şirketlerin, devlet kurumlarının, toplumsal örgütlerin, heyecanlı kobilerin bile her birinin hayatında keşfedilmesi, hücrelerinde uygulanması gereken bir davranışsal ve hayatı kolaylaştırıcı metotlar silsilesi olması gerektiğini net bir şekilde ortaya çıkarıyor. (Karşıt görüş olarak bu yeni anlayış, biraz sığ ve basit bulunabilir. Konu ile alakalı olarak farklı çalışmalar da var. (Fredericks Laloux “Reinventing Organizations,” Jurgen Appelo “Management 3.0” ya da General Stanley McChrystal “Team of Teams”). Ancak basitliğin ve deneyselliğin ilahi olduğunu düşünen biri olarak, Eric Ries’ın yaklaşımları bence çok değerli ve önemli. Generel Electric (GE)’de elinin değdiği “Fastworks” transformasyonu ve Inuit’teki “ Design for Delight” programları da bu yaklaşımın en iyi referansları )
Peki her şey iyi hoş, şimdi girişimcilik ülküsü etrafında artık evrimleşmek istiyorsunuz, değişime hazırsınız, tüm bu metotları, yaklaşımları, anlamak denemek, uygulamak için sabırsızsınız da, tek başınıza yapamayacağınız aşikar. Onlarca günlük iş, maliyet ve zaman baskısının yanında bu sorunu çözmek için minimum bir yol ( bir çeşit MVP 🙂 ) arayışındaysanız, o zaman ihtiyacınız olan ne ?
Aslında çok basit, sadece size yardımcı olacak ve önünüzü açacak doğru girişimlerden destek almak. Onların teşhis ve yönlendirmeleriyle, kayıp girişimcilik fonksiyonunuzun temellerini atmak ve arkasından tüm organizasyonunuzu bu yönde dönüştürmek.
O zaman sıradaki şarkı önce değişime, sonra dönüştürmeye hazır tüm girişimcilere gönderelim..
Frank Sinatradan gelsin..
“ I did it my (Startup) way” 🙂
10 Mart 2018