ÇARPIŞAN ARABA

Kalkıştan sonra geçen süre: 3 saat 11 dk

Mesafe: 4842 km

Yer Hızı: 951 km

İstanbul için yerel saat: 21:41

Guangzhou için yerel saat: 02:41

Kalan Süre …

İlham denilen, şişesinde durduğu gibi durmayan melankolik olgu, bazen gereksiz anlar da gelebiliyor biz yazan tayfaya sevgili Evrekka okurları..

Bu sefer de, bu ilham kardeşimiz, bir tarafta gerçekten gerekli mi şu an diye emin olmadığım yukarıdaki istatistikler, öte yandan uçak kalktığından beri iniş izni isteyen göz kapaklarım, çok geç keşfetmenin pişmanlığında sayfalarını çevirmekte olduğum bir kitap, yazarının, müthiş bir yolculuğa çıkartan tutkusunun yarattığı kuvvetli bir türbülansta yakaladı bendenizi. Evet, aklımdaki hava boşluğunu oluşturan, Sebahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’nın sayfalarından birinde geçen o cümle ey dostlar..

Yıl 1943, üstat yazmış, “İnsanlar birbilerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense körler gibi rastgele dolaşmayı, ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar” diye.

Çocukluğumda çarpışan araba en sevdiğim şeylerden idi benim. Gidebildiğim nadir lunapark zamanlarında, tanımadığım insanların üstlerine çılgınlar gibi sürüp çarpmak inanılmaz keyifli ve eğlenceli gelirdi bana nedense. Oysa analiz etsek, küçük çapta manyaklık seviyesine indirilebilecek bu aktivitenin, yıllar sonra, 11000 fit yükselikte bir boşlukta hoş bir tebessümle fark ettiğim bu metaforik yanıyla da bir anlamı var. Üstadın ne demek istediğini gayet iyi anladım sanırım çarpışan arabalar sayesinde..

Peki ya 72 yıl sonra, 2015 geldiğimizde mevcut durum ne olabilir ?..

Uykuya yenik düşerek kaçıp giden ilham, o hain ilham, günler sonra tekrar karşıma çıktığında, artık havadan inmiş , şu an ayaklarımı azıcık karaya azıcıkta suya basmış iken cevap vermek istiyorum şimdi üstada. Bizim zamanlardan bir kuble güncellemek istiyorum kendisini izninizle..

< Sevgili üstadım, valla buralarda hala bir değişiklik yok. Değişiklik varda yok. Çarpıştığımız mecralar değişti sadece. Sosyal, online mecralar, medyalar ağırlıklı gidiyoruz bu aralar. Bahsetmiştir belki melek arkadaşlar. Sizin zamanınızda az da olsa mevcudiyetinden haberdar olan, ön yargılarını yargıtaydan döndüren, birbirlerini dinleyen, sabreden, anlamak, hissetmek isteyenler vardı. Şimdi onlardan hiç kalmadı inanın. Genelde sanal olarak haberdar oluyoruz artık birbirimizden, sağdan soldan duyuyoruz bir şeyler, kurgulayıp yağlayıp, pullayıp kararlar veriyoruz, sonra da hop hızlıca yolumuza devam ediyoruz. Mesela ne aşık olabiliyoruz, ne de aşık olunduğunun, sevildiğimizin farkına varabiliyoruz. Özgür olduğumuzu zannedip haraket sınırlarını zorluyoruz, amma velakin sıfır cesaretle yaşayarak, kalplerimizin istediği yoldan giden hiç bir şeyi yapmıyoruz. Bazen istisnalar olmuyor değil, onları da şans ile atfediyoruz gerçi,kimseye şans bile vermezken. İkileme gelin hakikatten. Ekmek parası kazanılırken çarpıştırılan arabalara ise hiç girmiyorum yani, düşünün artık.

Biz aslında ne mi yapıyoruz üstadım, sana bildiğim bir yol ile, ama senin bildiğin melodilerin dışına çıkarak şöyle anlatabilirim.

Aslında biz sesini açıyoruz hayatın en yüksek ritimlisinden. Akıntıya karşı o kadar hızlı yüzmeye çalışıyoruz ki, bağları kopardığımızın farkına bile varmadan acayip eğlendiğimizi sanıyoruz. Ağızlardan, kalemlerden, dokunmatik ekranlardan çıkanları umursamadan, yardıra yardıra, çarpa çarpa gidiyoruz sağa sola, böyle mesela:

Halbuki yapmamız gereken çok basit, sakinleşmek, söylenenleri, hisleri, bakışları anlamak, yavaşlamak, dinlemek, hissetmek, çarpıp kaçmak değil. Çarpsak bile kaza raporunu kavgasız tutmak gibi kolay şeyler. Yani, bunun gibi:

Neyse, işte böyle üstadım, senin de başını ağrıtıp kafanı karıştırdık, çok uzatmayalım, kısa keselim.

Let me also drift away.

Kalan süremiz ne kadar ki zaten…

Sonsuz hürmetlerimle..

Evren >

Guangzhou (Çin)-Antalya hattı

23.04.2015

ETME !!

ETME !

 

 

Duydum ki, bizi bırakmaya azmediyorsun, ETME.

Başka bir yar, başka bir dosttan meyil ediyorsun, ETME.

Ey Ay, felek harap olmuş ziyan olmuş senin için, bizi öyle harap öyle ziyan ediyorsun, ETME.

Ey makamı var ile yokun üstünde olan sen, varlık sahasını terk ediyorsun, ETME.

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan, sen ayında evini de yıkmayı kastediyorsun, ETME.

Şekerliğin içinde zehir olsa dokunmaz bize, sen zehri şeker, şekeri zehrediyorsun, ETME.

Harama bulaşan gözün, güzelliğinin hırsızı ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, ETME.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, ETME.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil, Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, ETME.

ETMEYİN ARTIK…..

Aşk’ın ruhun, kalbin ve beynin her zerresine, pikseline, iliklerine kadar işlediği zamanların sahiplerinden…

Gönlün de atom damlası kadar vicdan ve sevgi olmayan sapıkların, psikopatların varlıklarına geldi bu topraklar..

Mevlana ya sevgilerimizle Özgecan,

Çok selam söyle olur mu …..

Universite-ogrencisi-Ozgecan-Aslani-kim-neden-yakarak-oldurdu

 

 

 

 

 

Evren

14.02.2015

Kozyatağı

ŞUBATIN EFENDİSİ

Uzun zamandır ortalıklarda dolanmamanın dayanılmaz hafifliği ve vicdan azabı ile karşınızdayım, sevgili EVREKKA takipçileri….

27412Dayanamadım ben de yeter diyerek Ekim den beri süre gelen suskunluğumu, Şubat ayına saatler kala lodos evin camına yazsana ulan yaz diye vururken, bozmaya karar verdim. Sahalara dönüyorum, vakit geldi artık 🙂

İnanırmısınız, yoğunluk denilen katil balinadan kaçamıyorum bu aralar. Valla, insanın, en büyük düşmanı yine insan arkadaş, onu bilir onu tasdik ederim. Hayat kolaylaştıkça biz niye daha yoğunlaşıyoruz, onu hala anlayamıyorum, itirazım var yani bu zalim kadere ve onun yardakçısı olan sisteme.

Şubat ilginç bir ay hakikatten, baharın habercisi bir kere. Ömrü kısa dolayısıyla değeri büyük. Gecesi en uzun mesela, bazılarına yeni yıl demek (Çin yeni yılı başlangıcı), ve malum bir de içinde barındırdığı o gün 🙂

Comet-Hale-Bopp-29-03-1997_hires_adjO malum gün, maalesef biz erkek dünyasında önemli bir yere sahip. Stres kuyruklu yıldızları, dünyalarımıza en yakın noktadan geçiyorlar bu günde. Onların etkisiyle, doğal afetlerimizden gelen doğal afetler dünyamızı allak bullak ediyor :). Var olan tüm yanardağlar bir anda infilak ediyor. Yıl boyunca tüm muayyen günlerde biriktirilen o stresler, bardaktan boşalırcasına üstümüze eda ediliyor, ediliyor da ediliyor yani dostlar 🙂

Bizim camia aslında genelde olduğu gibi, bu günde de dayanıklılık olarak iki farklı gruba ayırılıyor. Çoğunluğumuz, yani bu durumlar ile başa çıkmayı öğrenen “Fonksiyonel” ler, azınlık ise hala mücadelelerine devam eden “Duygusallar”.

Fonksiyonel grup kızlar tarafından en çok sevilen ve tercih edilen grup. Bu grubun üyeleri 7/24 profesyonel. Nasıl\ nerede  durulması gerektiğini,ne alınmalı, ne yapılmalı çok iyi biliyorlar. Retorik bir duygusallıkları var. Klişe kelimeleri öyle güzel kullanıyorlar ki, sanırsınız mübarekler Shakespeare ile uzaktan akrabalar, her daim hazırlar korkmadan. En güzel çantalar, not edilen ihtiyaçlar, kotası kapatılan çiçek borsası, günü harika şekilde sonlandırıyorlar. Hatta bazıları aynı anda iki operasyonu bile profesyonelce yönetiyor ruhlar duyulmadan. Kız arkadaşları\eşleri ise sosyal medya postları, takibinde ofis dedikoduları ve hediye paylaşımları ile statülerini koruma peşinde oldukları için sorun yok. Alan memnun satan memnun yani. Ticari meta olarak ilan edilen bir günü, gayet mantıklı etkileşimler ile kapatıyor iki tarafta. Aman canım varsın duygusallık görüntüde olsun 🙂 .

Duygusallar için durum çok vahim. Zaten, ilişki boyunca sevgilerini anlatamamışlar, birde üstüne bu gün yaklaştıkça daralıyorlar, bulanıyorlar. Çözüm çok basit, ama bir türlü fonksiyonel olmayı yediremiyorlar. Çünkü onlar için aşk, sevgi metalaştırılacak, bir güne sıkıştırılacak bir şey değil. Hep yaratıcı, emek dolu bir şey yapmak istıyorlar, saatlerce düşünüyorlar, sonunda bir şeyler de buluyorlar, ama nafile, etkisi hiç bir zaman o çanta gibi olmuyor. Bir çantanın, parfümün, en pahalı restorandaki yemeğin etkisine ulaşamıyorlar. Maç sonu hüsran, şerefli beraberlikler bile çok az. Bu grubun en büyük salaklığı aslında asla ders almadan her sene aynı heyecanla gaza gelmeleri 🙂 . Bende, bu sene de tekrar gaza geleceklerini tahmin ettiğimden onlar için bir kaç öneri paylaşmak istiyorum izninizle. Tabi ki işe yaramayacak, ama en azında kasmasınlar hazırdan kullansınlar.

Öneri 1: Klip Çekin.

fotograf-cekimi(1)Valla ciddiyim, başrollerde ikinizin olduğu bir klipten bahsediyorum. Önce sabit bir ortam ayarlayın, senaryoyu hazırlayın. Şarkı olarak sevdiği ve sevilen şarkılardan birini seçebilirsiniz, ama bana sorarsanız, dinlediği, sevdiği tür ne olursa olsun, popüler kültürden eğlenceli başka bir şarkı seçmeniz ( Misal için tıklayın) ve onlara star olduğunu hissettirmeniz. Alt yapı için, bir iki sabitlenmiş telefon ya da kamera, eğer bulabiliyorsunuz bir GoPro, sizin yaratıcılığınız ve bir montaj programı. o kadar Gerisini de sosyal medyaya bırakın :).  Güzel bir şey çıkartırsanız ortaya çanta kadar etki yaratabilirsiniz belli mi olur 🙂

Öneri 2: Kuaförü olun.

hairdressing salonBunda da ciddiyim 🙂 . En sevdikleri, kendinden geçtikleri zamanlar kuaförde geçirdikleri zamanlar değil mi zaten. Tabi ki saçlarını kesin demiyorum. Kuaförünü, ikna edin, size bir kaç şey göstersin saçına şekil vermek için, çalışın öğrenin. Arattırın kuaförüne, çağırın gelsin. Çıkın ortaya, yapın saçını ve alın oradan güzel bir restorana gidin. Bu fikre gülebilirsiniz ama dinleyin beni etkisi büyük olabilir. En azından ofise gönderilen devasa bir buket in yarattığı etkiye bile yaklaşabilir 🙂 .

Öneri 3: Kreatif bir akşam.

news_1029_1Harika bir restoran seçin, sevdiği bir yer olabilir ya da eğlenceli bir yer. Gidin ikna edin adamları, şefle çalışın, en sevdiği yemeği yapmayı öğrenin. Sonra arayın yeri söyleyin gelsin, baştan ortaya çıkmayın gecikeceğinizi söyleyin ve yemeğini gönderip yemesini bekleyin. Ve bir süre sonra şef kıyafetlerinizle, hatta şef ile beraber ortaya çıkın, tatlısını gül ile servis edin. İkincil çağrışımlar kullanın. Alslına bakarsanız Teppenyaki ya da Moğol barbeküsü gibi bir şey de ilginç ve neşeli olabilir :). Gerçi bu emeğiniz de, o lüks çantanın yerini tutmacak ama deneyin içinizde kalmasın 🙂 .

Ya da ?

Ya da boş verin yaaa, ne gerek var. Artık akıllanın, fonksiyonel olun kasmayın, alın o çantayı olsun bitsin, bir de çiçek gönderdiniz mi ofislerine ya da eve tamamdır. Biliyorum gönüllerin efendisi olmak istiyorsunuz ama sizde değişin, en azından Şubatın efendisi olun bir kerelik. Emeğin saygı görmediği bir hayatta, yüreğinizin emeğine sağlık olmayacak zaten.

Unutmayın kalbinize verdiğiniz zararın neresinden dönerseniz kardır, siz de sıradan olun ve bırakın kendinizi boşluğa, hayat size de güzel olsun 🙂

Evren

Kozyatağı

1 Şubat 2015

ARKA-DEŞ

Ortaçağ doktrinine göre, zihinsel ve fizyolojik durumlar dört ayrı ruh halinin yönetimindeymiş: ümitlilik, asabiyet, duygusuzluk hali, ve melankoli. Melankoliyi kendini tecrit etme, depresyon ve delilikle ilişkilendirmişler ilk başlarda. Ancak yeni platoncu akımdan, rönesans döneminin hümanist filozoflarından rahip Marsilio Ficino melankolik ruh halinin, entellektüel yaratıcılık ve maneviyat hissinin oluşması için önemli olduğunu iddaa etmiş, melankoliyi düşünür ve sanatçıların çalışmak ve sanatsal uğraş vermek adına ihtiyaç duyduğu yanlızlıkla ilişkilendirmiş.

Benim sayın papazı anlamam, yüzlerce sene sonra Evrekka için yazmaya oturduğum zamanlarda bu tarz melankolik ortamlarda daha rahat ve akıcı yazarken kendimi bulmamla son buldu sayın okurlar 🙂 . Yazılarımı yazarken etrafımda oluşturduğum (müzik, atmosfer) yapının yazının kalitesini ve içeriğini, benim konsantrasyonumu ve zihnimi gerçekten etkilediğini farkettim gün be gün. O yüzden bu akşam,Evrekka ya, bazen eğlenceli, bazen sakin, bazen huzurlu geçen koca bir yaz mevisimin ardından 2014-2015 güz sezonunun ilk yazısını yazmak için oturduğumda, dışarda kopan fırtınaların, serinleyen havanın, buna sponsor olan ince battaniyenin etkisinde kendimi yazarken bulmam, farkında olmadan sayın papazın teorisini doğruladığım anlamına geliyor gördüğünüz gibi 🙂 .  O yüzden burdan kendisine üç kuluvallah bir elam okuyarak 🙂  saygılarımı gönderiyorum ve bu melankolik atmosferde yazının konusu olan ARKADAŞ lığa hızlıca geçiyorum.

Arkadaşlık hakkında uzun zamandır yazmayı düşünüyordum aslında da kısmet bu güneymiş. Tarihçesi konusunda biraz araştırma yaparken, teoride arkadaşlığın formlarının belli karaketiristikler üzerine kurulduğunu öğrendim. Bunlar; sempati, empati, dürüstülük, başkalarını düşünme, karşılıklı anlaşma, birinin eşliğinden mutlu olma, kendin olma yeteneği, başkalarının duygularını ifade edebilme ve birinin eleştirmesinden korkmadan hata yapma özgürlüğü. Bu noktada aniden kalakaldım ve durdum. Sizce şu anki arkadaşlıklar bu karaketiristiklerin kaçını içerisinde barındıyor acaba ?

Arkadaslik-Bazen-Bir-Cicegin-Buyudugu-Kadar-Uzun-Bazende-Kisadir--Ama-Onemli-Olan-Yenisini-Bulmak-Arkadaşlığın oluşması ve olgunlaşması uzun bir süreç. Bu süreç sizin algılarınız ve bilinçaltı eleklerinden geçerek bir filtrelemeye maruz kalıyor, yıllar içerisinde de farklılaşıp elemeyi tamamlayrak çevrenizde kalan küçük grubu oluşturuyor bana göre. Bunu etkileyen bir çok dışsal faktör var, bunlardan en önemlisi coğrafi konumunuz. Eğer çok uzun zamandır aynı lokasyonda hayatınızı devam ettiriyorsanız bu süreci daha erken tamamlıyorsunuz. Fakat mobilite sizin hayatınızın parçası ise değişen koşullarda bu filtremelemeye maruz kalan kişi sayısı değişiyor ve siz farkında olmadan onlarca dönemsel arkadaş grubundan geçiyorsunuz. Okul ve çalışma hayatınız boyunca onlarcası takılıyor bu eleklere ve tutunabilen çok az kişi kalıyor.

Penguen Cocuk 032Değişen dünya, tabiki bu filtreleme koşullarını değiştirdi. Aslında basitleştirdi ve tek bir karakteristiğe indirdi, özellikle olgunlaşmasını tamamlamamış bünyelerde. Ne mi bu tabi ki “ÇIKAR”.  Artık arkadaş grupları bir nevi çıkar amaçlı suç örgütleri gibi. Farkında olmadan kişisel çıkarlar üzerine inşa ediliyor sanki tüm dostluklar. Mutlaka size bir yararı olacak kişiler seçiliyor. Çok daha fazla insan doğal olarak hayatlara giriyor ve bu kadar fazla sayı, kendi değer sisteminde anında bilinçaltında ki çıkar algoritmalarına göre eleniveriyor. Bu kişilerle daha fazla bir araya geliyorsunuz ve onları arıyorsunuz sürekli. Burda tabi ki genelleme yapmıyorum, fakat özellikle yok olmakta olan canlı türlerinde olan, kendinize yakın bir iki harbi dostunuzu çıkarın geri kalan arkadaşlıklarınızda mutlaka bir çıkar noktası bulacaksınız ince düşünürseniz. İlaveten, eğer ne istediğini bilmeyen, dengesiz bir kişiliğe de sahipse bazı zatı muhteremler, bir filtre daha ekleniyor buna, o da “kıskançlık”, kaşılaştırma zihniyeti yani. Bu da nice iyi arkadaşlıkların katline sebebiyet veriyor.

Yazıyı okuyan ve beni tanıyan okurlarımın çoğu tabi ki hemen saldırma moduna geçebilirler bu nokta da, çuvaldızı kendine batırdınmı diye 🙂 . Tabiki kendimi sürekli gözden geçiriyorum, sürekli etrafımdan geri bildirim almaya çalışıyorum. Bazen hatalara düşüyorum mutlaka, ama bildiğim bir şey var hiç bir zaman çıkar amaçlı arkadaşlıklar kurmadığım, hiç bir zaman kötü bir niyet beslemediğim. Bazen istem dışı haraketlerde bulunmuş olabilirim, etle kemiğiz sonuçta. Kendimde hatalı bulduğum yönüm sanırım ihmalkarlığım. Bazen arkadaşlarımı yoğunluk ve farklı lokasyon bahanesine sığınıp ihmal ediyorum. Buna bir şekilde çözüm bulacağım hele. Hayatıma yeni giren kişiler olduğunda da onlar ile bir şekilde vakit geçirmek istediğimi belirtiyor ya da onlara hissettiriyorum, deniyorum yani. Sonrası onlara kalıyor, eğer isterlerse paylaşım modumuz devam ediyor, istemezler ise zaten yapacak bir şeyim yok. Çok nadir olsa da çok yakınlarımdan ummadık darbeler de yiyebiliyorum. Sanırım bu da benim dünyamın doğal seleksiyonu 🙂 .

friendship

Arkadaşlıklar önemli sayın dostlar. Onlar bir nevi sizin koçunuz, mentorünüz, psikoloğunuz. İşletme körlüğüne kapılarak sürekli sınırlı sorumlu arkadaşlarınızı dinlerseniz sürekli sıkıştığınızı hissedebilirsiniz, bu yüzden yeni arkadaşlıklar kurmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Son zamanlarda sağlıklı ilişkilerin çoğunun iyi arkadaş olabilen insanlar arasında yaşandığını söyleyen araştırmalar var. O yüzden arkadaş olmayı becerebilirseniz sanırım iyi bir sevgili ve eş olmayıda beceriyorsunuz, bunu da aklınzıda bulundurun bence. Arkadaşlıklarınızı kolayca harcamayıp, ARKA-DEŞ likler yaratmayın. Deşmeyin, deştirmeyin, sağlıcakla ve huzur içinde kalın 🙂

Bir bahar akşamı yazdım size…

27.09.2014 @Kozyatağı

Evren

* Fotolar her zamanki gibi anonim, thanks to internet 🙂

AŞK BU KAPAĞIN ALTINDA …

Şişeyi açtığında maden suyu kıvamında bir köpürme bekliyordu.. Alışkanlık tabi.. Neden aklı maden suyuna kaymıştı, orası muammaydı….

Günümüz koşullarında aşk farklı bir süreçten geçiyor. Kendi içinde hem evrimleşirken, hem de katır inadıyla devrim yazdırabiliyor statlara.  Aşkın akışı inanılmaz hızlı. Tüketim frekansı çok sık iken, üretim frekansı bir o kadar yavaş. Aslında, hızını iki kat tersine döndürün, ha işte bir o kadar yok olmakta olan bir canlı türü gibi AŞK…

Analitik yaklaşımları kullanarak verilerden inanılmaz çıkarımlar yapabiliyoruz biliyorsunuz. Aşkı algılayabilmek,  şu an ki mevcut konumunu, çok yükseklerden bu yerküreye bakışını, bir nevi secdeye varışını anlayabilmek için, derin gözlemlerden deniz derya çıkarımlar yapılabilir. Mesela, okkalı bir şekilde gövdenizin taşıdığı ana kumanda odasını iyice bir sallasanız, ordan düşen gözlemlerinizi toplayıp bir sepete koysanız neler çıkar neler. Bende böyle bir egsersiz yapmaya çalışacağım bir nevi geri kalan paragraflarda.

Biz aşk böcekleri, patlamış mısır paketi gibi tüketiriz romantik komedi filmlerini. Geçen maksimum 2 saatlik süre zarfında, tam o an aklınızda, yanınızda, belki de yatağınızda olan kişiyle başrolde oynatırsınız kendinizi filmi izlerken. Ama gerçekte bu böylemi, harbiden sahip olduğunuz aşk izlediğiniz filmlerde ki kadar masum mu sizce? Yada sabah kalktığınızda kalbiniz ilk günkü kadar rahat mı, huzurlumu, gururlumu, heyecanlımı ? Neden o izlediğiniz filmlerin tadına hiç ulaşamıyorsunuz ? Nereye kayboldu ? Yoksa Aşk harbiden bir ütopyamı ? Ha s…r yoksa aşık değilmiymişsiniz..

Ben aşkın tanımını şöyle yapıyorum kendimce; Kalbiniz bir lahmacun fırını kadar yanıyorsa, aşıksınız demektir. Zatı alinizde bu yanmayı mutlaka hissetmiştir, yada yaşadığını sanmıştır, yanılmıştır her insan evladı gibi. Fakat, ki istisnalar asla kaideyi bozmuyor, tam randımanlı yanmaya sizce ne zaman ulaştınız, mesela iliklerinize kadar ne zaman hissettiniz desem, ergenliğinizden, ya da gençliğinizden örnekler verirsiniz muhtemelen. Gerçek hayata denilen periyoda balıklama daldıktan sonrakileri tam yanma kategorisine sokmazsınız. Şimdi diyeceksiniz ki hadi canim, hiç öyle değil, ben aşkı hala ilk günkü gibi yaşıyorum, hatta şimdi buldum ya bırakırmıyım, aşkın yaşı yoktur, yürü git lan akşam akşam işim mi yok değilmi. Ama siz büyük Türkiyesiniz bir daha düşünün, bir geriye sarın bakalım kaseti.

Hazır düşünmeye başlamışken, ben biraz işinizi kolaylaştırmayı deneyeyim. Ben aslında başka bir yerde daha görüyorum aşkın dumanını. Nerede mi, etrafımdaki tatlı ihtiyarlarda görüyorum, anne babalarımızda görüyorum, dışarda parkta oturan, metroda hala yer verilmeyen yaşlı insanlarda görüyorum. Nasıl başladığını asla tahmin edemem gerçi çok klasik muhtemelen onların ki, ama sanki mangal ateşi yeniden tutuşmuş, yeniden alev almış tekrar hepsinde. Gençliğinde evden kaçan o aşklar, geri gelip yeniden coşmuş ki tutabilene helal olsun. Alışkanlık mı dersiniz, sabır mı dersiniz, inat mı dersiniz, zorluk mu dersiniz, ne derseniz deyin aşkı evrimleştirip içselleştirmişler bu tonton, 50 üstü dünyayı yeniden keşfeden parallel yapı.

Özetle anlatmaya çalışıyorum ki ey millet, yalanlar aleminde yaşıyorsunuz galiba, bir kendinize gelin. Aşkın A halinde bile olmayan kişiler aşıkmış gibi davranıyorlar. Evlilikleri sıradanlıklara bağladınız. Yapmacık realiteler ile oyunlar oynuyorsunuz. Erişim olanaklarınız arttıkça gözlerinizin fırıldaklığı nobel ödülüne aday olur. Sevgili seçiminizi kartvizite göre yapıyorsunuz. Adaylara felsefi yaklaşıyorsunuz, hep kitaptan soruyorsunuz. Eski sevgilileri temcit pilavı moduna yerleştirmişsinizi sakız gibi çiğniyorsunuz. Kıskançlık odunuyla harlanan şömineyi aşk sanıyorsunuz. Belkide en acısı bu, başkasını hayal ediyorsunuz 18+, prime time kuşağında. Bir kendinize gelin yaw.

Halbuki aşk’ı da basite indirgeseniz her şey çok daha güzel olabilir. Hayatta neden zevk aldığınızın listesini yapsanız, ve bu listeyi yayınlayıp bekleseniz aşk sizi bulacak. Kariyer kavgalarına ara verip, bir akşam aniden, Ümit Besen çalmaya başlayıp eşinizi/sevgilinizi dansa kaldırsanız giden duygular geri gelecek. Amansız var olma ve birbirinize şekil yapma savaşını bırakıp biraz daha değerlerinize odaklansanız kalbiniz yeşerecek. Aşkı ve kıskançlığı birbirinden ayırsanız olacak bu iş. Elde edememeyi aşk sanmasanız, elde ettikten sonra hüsrana uğramayacaksınız. Sabretseniz aşkınız arkadaşınız, arkadaşınız aşkınız olacak. Belkide hayatınız birbirini tekrarlayan tek gecelik aşk lardan biri olmayacak. Geleceğin sizi terkedip gitmiş değil de hala sizi aramaya devam eden ile olacağına daha fazla inansanız, her şey on numara beş yıldız olacak. Gerçekten imkansız mi sizce bunlar, ne diyorsunuz….

Tüm filmlerde şarkılarda geçen aşk bir yerlerde olmalı, aksi takdirde dünya büyük kazık yemekte ve bizlerde üzgünüm ama ihtiyarlayana kadar hepimiz beklemek zorundayız.. 🙂

Kapağın altına uzun süre bakarak bir yudum daha aldı.. Bakmadığı bir orası kalmıştı çünkü….

(Bu yazı bir romantik komedi filminin ardından bir otobüs dolusu insanın yüzlerindeki ifadelerden ve o an beyinden gönderilen e postalardan yola çıkılarak yazılmıştır, ve siz okuyan takipçilerle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur 🙂 )

 

Evren